Bu şehrin haritasıydı yüzün
Gözlerin Agora,
Pagos’un kuzey yamacında.
Burnun bir patikaydı kalenin ardında…
kaybolurduk,
selvi ağaçlarını sayamazdık, ay karanlık
yıldızlar kördüğüm
yeşildere bulanıktı.
Elini arardım…
körfez soğurken anlaşılırdı üşüdüğün.
***
İçini çeksen bir kuş kanatlanırdı Tepekule’den.
Ağladığında,
kimsesiz bir çocuk sesi duyardık Meles’ten.
Kordelya’da, tahta iskelede,
çarklı bir körfez vapurunun düdüğünde,
martılar döner bu saatler
ateşli çığrışmalar serpilir üstümüze,
gece yavaş yavaş şehri terkeder
anneler semiz bebeler emzirmekteler,
dayanılacak gibi değil gece.
***
Güzeller güzeli Narkissos, altıbin yıl önce;
Klazomenai Limanından, Mordoğan’a,
enginar bahçelerinden geçmiş.
Mimas’ın eteklerinden,
eğilip su içerken görmüş güzelliğini.
Gökler savrulmuş,
dağlar yürümüş,
denizler beklemiş,
tabiat evrilmiş,
evren yenilenmiş…
katmer katmer nergise dönmüş Narkissos.
Nergis çiçeği kokardı saçların.
***
Saçlarına fırtına dadanmış dediler!
koştum geldim!
içine ceylanlar, kuşlar yuva yapmış,
kelebekler oynuyordu…
çiçekler, bağlar,
dudakların gün sarısıydı…
elli kürekli bir geminin yelkenine binip gittiler.
Haziranda saçlarına fırtına dadanmıştı,
Foça’ya doğru büyük denizde gök yarılmış,
kıyametler kopuyordu.
***
İmbat, azıcık eseyim dedi Alsancak’ta, bırakmadım
Aziz Yuhanna’nın çanı’na çarpacaktı küpelerin
bırakmadım,
Kordon boyunda görkemli bir kadehin içindeydin.
Serin rüzgârlar bilmez sessizliğin göçünü,
kulakların, kuzularınki gibi pembe ve narindi
Teos’ta, sabah yelinde, annesini emen
körpe, beyaz kuzular gibi narindin çünkü
***
Lebedos’a girsen, yok olurdu limon çiçeği kokusu
Bilirdin ama, yine de sorardın Maydanoz koy’unu
Cem Ovasından, Bulgurca’dan
buğday tohumu kokusu kalkardı,
Uzaklara dalardın.
Ürperir, çam kozalakları örtmüş derdin,
Kolophon’da Tunç mezarları.
Klaros’ta sonsuzluğu hissederdik,
İlmin sonu yoktu, kâhinler kıskanırdı.
bir zeybek havası duyardık,
parmakların tutardı.
***
Efes, aah! dünyanın en harikası
Kudüs’ten getirdiler bakire Meryem’i
vatanı oldu Bülbül dağının yamacı
ve kutsandı,
yedibin yaşındaki zeytin ağaçları.
Sürme yok, ayna yok, nerden bu güzellik! ?
Su gibiydi,
Su’dan mı yaratılmıştı derdik?
Yıldızlar dönerdi üstünde
elini kalbine götürdüğünde.
Buralarda bir köşkte yıldızlarla yaşardın,
Metropolis’te,
ay ışığından maviliklere inerdin.
Artemis’ten, bir garp yıldızının koynuna girer,
kitap olurdun Pergamon’da,
parşömen kağıdına yazılırdı kederlerin.
***
Tren düdüklerine sızardı korkuları,
barut kokusu kekik kokularıyla karılır,
destanlar yazılırdı.
Kestaneye bezenmiş dağlardı meskenleri
zenginden alıp fakire verirlerdi
Tire’de, Birgi’deler
sırdaş kayaların öte yüzünde
zeybekler,
dokuz dağın efeleri.
Selçuk’tan ses verirler
Kemalpaşa’da düşman titrerdi
Çelik bakışlı zeybektin, merttin, ,
tüfeğini gökyüzüne geçirir
hak, adalet, açlık, tokluk derdin
kimsesizler, masumlardı derdin,
ak gerdana al kirazlar giyerdin
dantelli bulutların altında yatar
benim sevdam memleket derdin.
***
Güneş iki kez batar buralarda,
ah kimselere yetmiyor zaman,
başını yukarı kaldırdığında
gülümserdin,
Gediz çayı gülümserdi.
Kin tutmaz Gediz çayı
kin tutup yıktılar yiğidi,
ağıt yayıldı
tükendi zaman, bitti bütün sözler.
yeşil sancak çaldılar Menemen’de, camiden,
Cumhuriyet ateşini söndüremediler.
***
Liman Kalesinde görmüşler seni,
uzak bir mektup kokusu arıyormuşsun.
İşçiler gemilere taş yüklermiş
yalı çapkınına dert yanıyormuşsun.
Bu şehrin haritasıdır yüzün,
cumbalı pencerelerde fesleğen
çardaklı asmaların altında
kan rengi hüzünsün.
Bu şehrin haritasında,
gözlerin okyanus,
gülümsemen başkaldırı.
başkaldıran bir sandalda
sürer halen hükümsüzlüğün
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!