Bir gün sahabelerle otururken Hz. Peygamber; “Sizce müflis kimdir?” diye sormuş. Yanında bulunan sahabeler; “Bize göre müflis hiçbir eşyası kalmamış, bütün mal varlığını kaybetmiş kimsedir” demiş. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuş: “Benim ümmetimden müflis kimse, kıyamet günü namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle gelen ama aynı zamanda birine kötü söylemiş, birine iftira atmış, diğerinin malını yemiş, bir başkasının kanını dökmüş, başka birini dövmüş olarak Allah’ın huzuruna gelen, yaptığı ibadetlerin sevabı kötülük ettiği bu insanlara dağıtılan, hak sahibi insanların alacakları bitmeden de sevapları biterse, onların günahları alınıp üzerine yüklenilen ve böylece cehenneme atılan kimsedir.”
Sevgili Peygamberimiz bu hadisinde, bol miktarda ibadetleri yanında birçok kul hakkı ihlallerinde de bulunmuş olan bir müslüman tipinden söz ederek bu kişinin ahirette uğrayacağı ziyan ve hüsranı gerçek iflas olarak nitelemiş. Müslümanın yalnızca bazı ritüelleri uygulayarak görevlerini tamamlamış sayılmayacağını, aynı zamanda insanlara zarar vermekten, insanların onurlarını rencide etmekten, haklarını gasbetmekten kaçınması gerektiğini, insanlara zarar verici, kalp kırıcı, gönül incitici davranışların yapılan ibadetleri boşa çıkaracak kötü bir eylem olduğunu bildirmiş.
Bu hadisin manasını çok güzel kavrayan gönül insanı Yunus Emre, bu gerçeği herkesin anlayabileceği bir şekilde şöyle ifade etmiş;
Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil
Ak sakallı bir koca, bilmez ki hali nice
Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise,
Yunus Emre der hoca, gerekse var bin hacca
Hepsinden iyice, bir gönüle girmektir.
Yunus Emre, yaptığı ibadetlerin bilincinde olan bir kimsenin, bir insana zarar verecek, bir insanın kalbini kıracak kadar duyarsızlaşmaması gerektiğini bildirmiş.
Bir diğer gönül insanı Hz. Mevlânâ ise şöyle demiş; “ Kâbe, Azer’in oğlu İbrahim Peygamber’in inşa ettiği bir binadır. Zarar görse tamiri eskisinden daha mükemmel bir şekilde mümkündür. Gönül ise Allah’ın nazargâhıdır. İnsanoğlunun kalbi kırılırsa ne yenisi yapılır, ne de ustası bulunabilir.”
Bu ifade asla Kâbe’ye atfettiğimiz önemi örseleyici, göz ardı edici bir ifade değildir. Anlatılmak istenen şudur; Kâbe bütün kutsallığına rağmen, nihayet maddi malzemeden yapılmıştır. Söz gelimi zarar görse tamiri eskisinden daha mükemmel bir şekilde mümkündür. Ama onun da varlık sebebi olan insanın, Allah’ın nazargâhı ve imanın tecelligâhı olan kalbi kırılacak olursa tamiri mümkün olmaz. İnsanın gönlünü kırmamaya özen göstermiyorsan Kâbe’ye gösterdiğin saygı şeklî olmaktan öteye geçmez.
Hz. Peygamber, kimseye zarar vermemiş, kimsenin kalbini kırmamış, kimsenin gönlünü incitmemiş. Bilakis kırılan kalpleri onarmış. Müslümanı elinden ve dilinden diğer insanların zarar görmediği kimse olarak tarif etmiş. “Mü’min, insanların malları ve canları hususunda kendisine güven duydukları kimsedir” buyurmuş.
İnsanın saygınlığına uygun davranmak, kalp kırmaktan, gönül incitmekten kaçınmak, gönül yapmak en büyük erdemlerden biridir.
Ayrım yapmadan bütün insanların kalplerini kırmamaya, gönüllerini incitmemeye dikkat edelim. İnsanlara zarar verici davranışlardan mutlaka kaçınalım. Daima gönüller yapmaya bakalım.
O gönül ki nazargâh-ı ilâhidir. O gönül ki Allah’ın tahtıdır. O gönül ki Yunus’un “Dostun evi gönüllerdir” dediği gibi Allah’ın evidir. O gönül ki beden coğrafyasının beytullahıdır. Her türlü saygı ve hürmete layıktır.
Yunus Emre’nin ;
“Gönül Çalab’ın tahtı, Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıktı ise” dediği gibi, gönül yıkan bedbaht olur iken, gönül yapan, gönül alan Allah’ı razı etmiş olur, Allah’ı hoşnut etmiş olur.
Başta sevdiklerimiz olmak üzere, insanların gönüllerini ilgiyle, sevgi ve saygıyla güler yüzümüzle, tatlı dilimizle alalım. Çalab’ın tahtı olan gönülleri, şefkatle merhametle onarıp sevgiyle muhabbetle yapmaya çalışalım.
Gönül alanlardan olabilmek dileğiyle…
Esen kalın.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!