Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en beğendiği, saygı duyduğu, en çok değer verip takdir ettiği en büyük insan Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed idi. Atatürk 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde şehitlerimiz için okunan mevlitten sonra yaptığı konuşmasının başında şunları söylemiş: “Ey millet! Allah birdir, şânı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgisi, iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara gerçekleri bildirmekle görevlendirilmiş ve elçi olmuştur.”
1926 yılında yaptığı bir konuşmada Peygamberimiz’in adının unutulmayacağını; “Hz. Muhammed Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir. Fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür” cümleleriyle anlatmış Atatürk.
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”, “İslam güzel ahlaktır” buyuran Peygamberimiz, Yüce Allah’a iman edip O’na kulluk etmeyi, dürüstlüğü, emaneti korumayı, insan haklarına uymayı, herkesin ve her şeyin hakkını gözetmeyi, kimseyi kırmamayı, muhtaçlara yardım etmeyi, yararlı insan olmayı, iyilikte yarışmayı öğütlemiş. Güven ve barışın simgesi olmuş. Daha çocukluk ve gençlik döneminden itibaren yaşadığı toplumda ona “Muhammed’ül Emin” (Güvenilir Muhammed) denmiş. İnsanlar hiç kimseye güvenip teslim edemedikleri en kıymetli eşyalarını ona emanet ediyorlarmış. Hz. Peygamber, kendisine duyulan güveni asla kötüye kullanmamış. İnsanlara daima emin, güvenilir olmayı telkin etmiş. “Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kimsedir” buyurmuş.
İşte Ulu Önder, Hz. Muhammed’in yaşadığı toplumda sevilen bir kişi ve nasıl peygamber olduğunu 30 Ekim 1922’de Mevlid Kandili gününde Büyük Millet Meclisi’nde saltanatın kaldırılmasıyla ilgili müzakereler esnasında yaptığı konuşmasının bir bölümünde şöyle anlatmış: “Son Peygamber olan Muhammed Mustafa 1394 sene evvel rûmi nisan içinde rebiulevvel ayının on ikinci gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Hz. Muhammed çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadan nur yüzlü, ruha seslenen konuşması, olgunluk ve öngörüdeki eşsizliği, sözlerindeki doğruluğu, yumuşak huyluluğu ve iyilikseverliğiyle başkalarından üstün olan Muhammed Mustafa bu vasıfları ve kişiliğiyle yaşadığı toplum içinde Muhammed’ül Emin (Güvenilir Muhammed) oldu. Muhammed Mustafa peygamber olmadan evvel kavminin sevgi, saygı ve güvenini kazandı. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet, 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i âlem (âlemlerin övüncü) Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, ölçüsüz zahmet ve sıkıntılar karşısında yirmi yıl çalıştı ve İslam dinini kurmaya ait Peygamberlik görevini yerine getirmeyi başardıktan sonra cennetin en yüce yerine ulaştı.”
1930’da Hz. Peygamber’i küçük düşürmeye yönelik ifadeler içeren Batılı bir oryantalistin yazdığı bir kitap ve yazarı hakkında Atatürk şu açıklamayı yapmış: “Hz. Muhammed’i cezbeye kapılmış sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da uzak görünüyorlar. Tarih gerçekleri değiştiren bir sanat değil, gerçekleri belirten bir ilim olmalıdır. Hz. Peygamber’i cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih mesaimize katılamazlar.”
Bir gece sofrada sohbet sırasında Hz. Peygamber’i tenkit ederek Atatürk’e yaranacağını zanneden birisinin konuşmasını kızgın bir şekilde elini masaya vurarak kesen Atatürk; “Bu konuyu kapatın... Hz. Peygamber’i küçültmek isterseniz kendiniz küçülürsünüz” demiş. Konuşmalarında son peygamber Hz. Muhammed’in örnek ve önder insan, büyük bir deha, büyük bir komutan, tarihte büyük yeniliklere imza atmış bir yenilikçi olduğuna, insanlığın terakkisine büyük katkılar sağladığına, taassuptan uzak durduğuna vurgu yapmış. Hz. Peygamber’in doğru tanıtılıp doğru anlaşılmasına gayret etmiş. Sahih-i Buhari isimli eseri tercüme ettirip dağıttırmış.
“Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum” diyen, inancını yaşamının her safhasında vicdanının en mutena yerinde muhafaza eden Atatürk, İslam dinini iyi anlayan ve Hz. Peygamber’e hayran olan, ona iftira edilmesine asla razı olmayan bir kimseydi. Dine ve peygamberine asla karşı değildi.
Atatürk, hurafeciliğe ve dinin istismar edilmesine karşıydı. Dine zarar verdiği ve çıkarcılığa zemin teşkil ettiği için din sömürüsü yapılmasına, dine dair kavramlar ve değerler yoluyla insanların aldatılıp maddi ve manevi çıkar elde edilmesine, menfaat için, dinin kullanılmasına karşıydı.
17 Ekim Pazar gününü Pazartesiye bağlayan gece idrak edeceğimiz Hz. Peygamber’in doğum yıldönümü Mevlid Kandili ve Mevlid-i Nebi Haftası, Sevgili Peygamberimizi daha iyi anlamamıza, onun güzel ahlakına uyma gayretimizin artmasına vesile olsun. Kandiliniz mübarek olsun. Dua ve niyazlarınız kabul olsun. Aziz Atatürk’ün, Zübeyde Hanım’ın, şehit ve gazilerimizin, cümle geçmişlerimizin ruhları şad olsun.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!