Dünyayı saran covid-19 belasından nasıl kurtulacağımız bilim adamlarının kafasındaki soru işaretlerini çoğaltırken, peş peşe gelen üzüntüler hazan mevsimi gibi… Yapraklar ağaçtan kara toprağa peşi sıra düşerken, geride gözyaşları bırakıyor. Bazen hıçkırarak, bazen de sessizce…
Elbette “Ölüm Allah’ın emri.” Neden ne olursa, kim olsa, ölüm insanı derinden yakıyor...
Büyüklerimden duyduğum sözdü; “bazı insanlara ölüm yakışmıyor” diye…
“Ateş düştüğü yeri yakar” misali, aileyi mateme büründürmüyor mu? Sevenlerini üzmüyor mu? Yakışsa ne olur, yakışmasa…
Yaşam öyküsünde gerçek final, bugüne kadar “Türk Filmi” gibi “mutlu son”la bitmedi. Bitmeyecek de… Bu filmin sonunda tek gerçek var: “Ebedi ayrılık… Ölüm gerçeği!..“
Sevdiklerimiz, bazen genç ölümler, bazen de iz bırakanlar; insanı yağmur yağmadığı halde, dökülen gözyaşlarıyla ıslatıyor…
“Centilmen biri olarak doğabilmek tesadüf olabilir ama, centilmen olarak ölebilmek büyük bir başarı gerektirir” sözü her mevtaya da yakışır mı? Bilemedim!..
Ben bu sözü Nedim Demirağ’a gerçekten çok yakıştırdım… Centilmen olarak ölebilmek!..
Cafe Plaza’da tanımıştım… Patronumuz Erol Simavi’nin de katılabileceği söylenen gecede, beni Hürriyet’e alan o dönemin Bölge Temsilcisi Ertuğrul Kale’nin “sen de gel” demesiyle gitmiştim, Alsancak’taki bu lüks yere… İlk gidişim… Bilmediğimden değil, sevmediğimden…
O gece tanışıklığımız, özellikle ikram ettiği profiterol… Tadı damağımda kalan tatlıyı daha sonra her gittiğimde yemeden masadan kalkmazdım. Halen kulaklarımda, birlikte yediğimiz yemeğin sonunda şefe seslenişi: “Avni’nin adını bilmediği o tatlıdan…”
Hey gidi günler hey… Nedim ağabeyle hangi bir anımızı anlatsam… Bir değil, kaç kitabın sayfalarını tatlandırır acaba?
Yenigün Gazetesi’ndeki köşe yazımı “Fair Play Kervanı” kitabımın sayfasına taşımış ve “Güzel İnsan” başlıklı makalemde ondan şöyle söz etmiştim.
“Ertürk’ün hızlı feribotunda, çok sevdiğim, benim yaşamımda ağabey, müdür, temsilci, dost, arkadaş olarak yeri bambaşka olan, çok da değer verdiğim, ancak son zamanlarda aramayıp ayıp da ettiğim asker arkadaşım Nedim Demirağ’ı görmenin mutluluğunu yaşadım... Hürriyet Gazetesi’nde birlikte görev yapma onurunu yaşadığım Nedim Demirağ, işte o başlıkta bahsettiğim “Güzel İnsan”lardan birisi… Onun hayata bağımlılığı, kibarlığı, arkadaş ve dost canlısı, insanlara bakış açısı, yardımseverliği, kalpten sevgisi, ölümcül hastalığın bile üstesinden gelmesini başarmasında en önemli rolü oynadığına inanıyorum. Nedim Ağabey ile Sakız Adası’na gidiş ve dönüşteki sohbetin keyfine vardığımı herhalde anlatmama gerek yok! Cafe Plaza’da başlayan, Hür Holding’te devam eden, Hürriyet de pekişen dostluğumuz askerliği birlikte yaptığımız Burdur da ağabey-kardeşliğe ulaşmıştı… Kendisinden gördüğüm iyilikleri şimdi sırası ki, yazmak ihtiyaç hissettim… Yazmaya kalksam, sayfalar almaz… Bence “Güzel insan” Nedim Demirağ…”
Ben bu yazıyı yazarken, telefonuma İzmir Büyükşehir Belediyesi Gençlik ve Spor Daire Başkanı, kardeşim gibi sevdiğim Hakan Orhunbilge’den bir not düştü: “Tuğrul Koparan az önce Urla Devlet Hastanesi’nde vefat etti maalesef Avni abi, bilgin olsun”
Yazı bir yana ben bir yana… Neden sonra kendime gelebildim…
Hep “iyiyi de, kötüyü de haber vermemi isterdi.” Bu nedenle de görev kabul ettim. Ulaşabildiklerime ulaştım… “Söylediğin gibi haber verdim” diyemedim bu kez… “Seni öz kardeşim gibi seviyorum” diyen Tuğrul Koparan artık yoktu!.. Bize, her zaman aşkını haykırdığı Ferhan’a, Hafize’ye, İnci’ye Abdullah’a… Torunları ile sevdiklerine. Elbette “ailemden bir parça” dediği Altay’ına veda etmişti…
En son, hastaneden görüntülü arayıp helallik istedi… “Helal olsun da. Yorma kendini. Bunu da atlatacaksın. Sen güçlü bir başkansın. Neler atlatmadın…” dedim… İki gün geçmişti, Urla’ya nakliyle içime bir sıkıntı girdi. “İyileşmesini beklerken” gecenin karanlığında, ölüm haberi geldi… İşte o an; Denizli’de futbol oynarken ilk tanışıklık, Özdere’deki dostluk, İzmir, İstanbul, Romanya… Gecesi, gündüzü… Her şey gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geldi geçti… Yaşanmış yılları nasıl özetleyebilirim.
O benim için; dostluktan da öte; kardeş, arkadaş, ağabey… İyi gün olduğu kadar kötü gün dostuydu… Son dönemde geçmişten kalan bitirmesi gereken bir işi vardı. “Şunu halledelim, dünya turuna çıkacağız” deyip duruyordu…
Of be Tuğrul… Benim gibi soğukkanlı adam, methiyeler yağdırdığı senin için yazamıyor. Duyuyor musun? Yazamıyorum…
İzninizle Ekim ayının ilk günlerinde kaleme aldığım Yenigün’deki yazımdan alıntı yapmak en iyisi.
“Profesyonel futbolculuk yaşamından sonra yerleştiği İzmir de iş adamı olarak zirveye çıkan, Altay’da efsane başkanlar arasına adını yazdıran ve bir dönemin “altın adam”ı Tuğrul Koparan şimdi bu kentte sadece ismiyle anılacak. Özdere Paşa Motel’in “Paşalar gibi” olduğu yıllarda işletmeciliğini üstlenen, otelin yanına çim futbol sahası yaptırarak, tüm İzmir ve Ege Takımlarının buraya getirerek Ege’de “ilk kış turizmi”nı gerçekleştirdi. Şimdiki Antalya’ya model olan ve otelinde turizm sezonunu kış aylarına da uzatan, burasını sporcu kamp merkezi haline getiren Tuğrul Koparan’la ilk tanışmamız bir Denizlispor maçında olmuştu. O dönem formasını giydiği memleketinin takımından Karabükspor’a büyük paralara transfer oldu ve ortaya koyduğu muhteşem futboluyla “taraftarın sevgilisi”, takımın “yıldız futbolcusu” haline geldi. Belki de “10 numara, 5 yıldız” sözü ilk kez orada kendisi için söylendi… Futbol A Milli Takımına seçileceği günler yakınken bir sakatlık onu aktif futbolculuk yaşamından uzaklaştırarak İzmir’e getirdi… Futbolu bıraktı, iş hayatına başladı… Paşa Motel sonrasında Adnan Menderes Hava Limanının girişindeki otel, akaryakıt İstasyonu, Pasaporttaki ünlülerin uğrak yeri Salon Koparan, turizm alanları, otoparklar derken iş dünyasında önemli bir yere geldi… Elbette spor, özellikle de futbol onun en büyük tutkusuydu… Altay’a yönetici oldu. Efsaneler Mazhar Zorlu, Rıdvan Burteçin, Kemal Zorlu’nun yanında yöneticilik dersleri aldı. Futbol bilgisini de ekleyince genel kaptan, futbol şube sorumlusu, asbaşkan ve finalde başkanlık koltuğuna oturdu… Altay’a öyle bir zamanda başkan oldu ki, kulüp girdiği ekonomik krizde, borç batağında “ yok olup gitme” tehlikesini gördüğü dönemdi… Elini taşın altına koydu. Altay’ı düzlüğe çıkardı. Ucuz genç futbolcuları yurdun dört bir yanından bulup, cesaretle oynatan teknik direktörlerle çalıştı. İşte; O günün genç futbolcuları bugünün ünlü teknik adamları… Siyah beyazlı kulüpte 4 yılı yöneticilik, 5 yılı da başkanlık toplam 9 yıl görev yapan Tuğrul Koparan tam bir hayat adamıydı…
Tuğrul Koparan son derece mütevazı, hoş görülü ve yardımseverdi… Her zaman garibanın yanında yer aldı… Yaptığı iyiliklerin bilinmesini istemeyecek kadar da hassastı… O’na bugün “Büyük Başkan” diyorlarsa boşuna değil…”
Yazı bitti derken, sabahın ilk saatlerinde Altınordu’nun sembol isimlerinden, eski başkan Cavit İşyapan’ı kaybettiğimizi öğrendim… Kardeşi Cemil’den sonra o da yaşama veda etti. Bir hüzün daha…
Canımızdan can koptuğu aşikâr… Futbol efsanemiz Nevzat Güzelırmak, Hürriyet’te birlikte görev yaptığım Hüsnü Okumuş, ardından Akhisar’daki arkadaşlarım Amigo Emin (Emin Ali Otal), Nedim Demirağ, Tuğrul Koparan, aynı gece Akhisarlı arkadaşım Mustafa Kındıroğlu… Cavit İşyapan… Bunlar bildiklerimiz… Ya haberimiz olmayanlar?.. Sessiz sedasız gömülenler…
Namık Kemal’in sözüyle yazıya nokta koymak istiyorum: “Herkes kimsenin sağ kalmadığını bilir de, kendisinin öleceğine inanmak istemez.”
O nedenle; şu günlerde maske, mesafe, temizlik…
Lütfen “bana olmaz” demeyin!.. Tamam, ateş düştüğü yeri yakar… Ama bu hastalık, seni de, beni de yok eder… Bak, dünyayı ateşe sardı… Yangın sönmüyor… Yeni acılar yaşamayalım!
Unutmayın, atılan ok geri dönmez…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!