Yola çıktığında beynin seni nereye götürürse oraya mı gidersin, yoksa önceden planlanan yere mi?
Elbette araçla yola çıkacaksan bir güzergâh yaparsın veya gideceğin yere doğru sürersin…
Bu “A yolu” veya “B yolu” olur. Orası hiç önemli değil, tercih senindir…
Bir başka deyişle; kalbinin mi, aklının mı sesini dinlersin?
Burada önemli olan akıl mıdır? Yoksa mantık mı? Veya üçüncü şık, kalbinin sesi mi?
Spor kulüplerini yönetenlere baktığınızda ilk heyecanla acaba hangisini tercih ediyorlar?
Siz mantığıyla hareket ederek başarıya ulaşana rastladığını söyleyebilir misiniz?
O zaman neyi tartışacağız?..
Altay’da yeni yönetim hayırlı olsun. İşleri gerçekten çok zor…
Tribünden gelen bir başkan ve içinde çok iyi tanıdıklarımın olduğu bir yönetim…
Yolları açık, ömürleri uzun olsun diyorum…
Bugün “İzmir Futbol Tarihi”nden öte “Türk Futbol Tarihi”de bambaşka bir yeri olan Altay’da, Talat Erboy varlığı nedeniyle bu kulübe sevgimiz sınırsız…
Türkiye’de futbolun ilk kez Rum, Ermeni, İngiliz ve İtalyanlar tarafından 1898 yılında oynanmaya başlandığı biliniyor. 1905 yılına kadar yabancılar tarafından oynanan futbola, o yıl Amerikan Koleji’nde eğitim gören Türk genci Talat Erboy merak sarar ve aynı okulda okuyan iki arkadaşı Şerif Remzi Reyent ile Sabri Süleymanoviç’i de yanına alarak yabancı öğrencilerle birlikte futbol oynamaya başlar. Böylelikle de Talat Erboy “İlk Türk Futbolcusu” unvanını alır.
Ne var ki; Amerikan Koleji’ndeki Türk gençlerinin futbol oynaması fazla uzun sürmez ve üç Türk gencine İstibdat Devri’nin karanlık günlerinde Kamil Paşa’nın baskısı sonucu futbol oynamaları yasaklanır. Üstelik Amerikan Koleji’nden de çıkarılırlar. Ailesi Talat Erboy’u eğitimini tamamlamak üzere İngiltere’ye gönderir. 2 yıl İngiltere’de kalan Talat Erboy, futbolun beşiğinde futbol oynamaya devam eder.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edilince İstibdat Dönemi de sona erince Türk gençleri artık özgürce futbol oynamaya başlar. 1908 yılından sonra futbol, Türk okullarına da girer. Türkiye’de ilk futbol tüzüğünü İngilizce’den tercüme edenler Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’nü yapan Baha Esat Tekant, Talat Erboy ve Nejat Evliyazade olur.
1913 yılı sonunda İzmir’e gelen Celal Bayar, spor yapan bu gençleri İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katmak amacıyla 16 Ocak 1914 tarihinde Altay Kulübü’nün resmen kurulmasına vesile olur. O dönem Şark İdadisi’nde (Lise) faaliyet gösteren Altay’ın kuruluşu için para yardımında da bulunarak güçlenmesini de sağlar...
Altay’ın kurucuları da şu isimlerden oluşur:
Mustafa Necati, Vasıf Çınar, Şükrü Saraçoğlu, Baha Esat Tekand, Talat Erboy, Esat Çınar, Nejat Evliyazade, Hüsnü Uğural, Muharrir Rauf Nezih, Şimendiferci Rıfat İyison, Dr.Kemal Tahsin Soydam, Enver Esat Tekand, Tayyareci Mazlum, Kemal Çakırel, Nuri Sıtkı Erboy, Dr.Fikret Tahsin Soydam, Mazlum Öksüz, Tüccar Süreyya, Çiftçi Necati, Fethi Özalp, Sıhhıyeci Kemal İstanbullu ve Halil Zeki Osma.
Kayıtlara göre, resmen kurulan Altay, 1915 yılı bahar ayında, Karşıyaka Rum, Midilli ve Trablusgarb takımlarının katılımıyla yapılan ilk ligde şampiyon olur. Altay Kulübü’nün ilk Başkanı Vasıf Çınar, o günlerde verdiği demeçte, Rum ve Ermeni takımlarına karşı elde edilen şampiyonluğu överken “Gençlerin gayret ve hevesinden dolayı memnun ve müteşekkiriz” der.
Altay, 1917 yılı sezonunda da, tüm yabancı Rum takımlarını yenerek İzmir şampiyonluğuna uzanır ve Türk’ün kuvvetini bir kez daha gösterir.
1918 sezonu Mütareke dönemine rastlayınca kulüplerde bir dağılma havası olup, pek çok faaliyet dururken Altay devam eder ve Garibaldi’yi 10-0 yenince, İzmir’deki İtalya Konsolosunu çileden çıkar ve Garibaldi Kulübü’nü kapatır.
Şanlı bir tarihe sahip olan Altay, bugünlere gelinceye kadar inanılmaz başarılara imza atarken “Türk Futbolu”ndaki adını silinmemek üzere yazdırdı.
“Altay Tarihi” kesinlikle okunmalıdır.
“Altaylıyım” diyenlerin bu şanlı geçmişi mutlaka bilmesi de gerekir. Önerim; Altaylı olan herkesin kesinlikle en az bir kez okuması…
Altay’ın “Türk Futbol” ve “Türk Siyaset” tarihindeki önemi yadsınamaz…
Altay’ın tarihteki yerinin de, ne denli büyük olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bu yazıda siyasetteki etkenliğine fazla girmek istemedim. Ama öğrenilmesi gereken bir gerçek, ülke için Altaylıların nerede olursa olsun, nasıl mücadele ettiğidir...
Bir önerim de; yeni yönetim kurulu üyelerine… Mutlaka biliyorlardır da; nasıl bir kulüpte görev aldıklarını asla unutmamalılar.
Geçmişi sadece ders almak için hatırlasınlar ve hep önlerine baksınlar…
Ve Konfüçyüs’ün sözünü akıllarına getirsinler: “Başarı hazırlığa bağlıdır ve hazırlık olmadan başarısızlıkların ortaya çıkması kesindir.”
Yeni yönetim acaba her şeye hazır mı?
Sportif başarı elbette yönetimin karnesi. Bundan daha da önemlisi, kulübün mali yapısı ve çatısı…
Unutulmaması gereken bir gerçek var ki; o da temelin sağlamlığı... Temel darbe almazsa, yıkılan çatı nasıl olsa aslına uygun olarak restore edilir…
Bugün sportif başarıyı elde etmek kolay.
Futbol takımını ele alacak olursak, camiada birlik, beraberliği sağlar, transfer yasağını kaldırır, ara transferde basarsın parayı, kurarsın uyumlu takımı ve ligde kalırsın. Gelecek yıl da şampiyonluğa oynarsın.
Elbette bunları söylemek, yazmak çok kolay.
Önemli olan parayı bulmak ve doğru kullanmak. Amaca ulaşacak kadroyu kurmak.
O da, yönetimin işi…
Bugün “Altay Markası” önemli sponsorları İzmir’e taşıyabilir. Bunun için de çaba da gerekir.
Albert Einstein’in şu sözünü çok beğeniyorum: “Bana hayır diyenlere şükran duyuyorum, hayatta kendim ne başardıysam onlar sayesinde başardım.”
Yazıyı J. Keth Moohead’ın sözü ile noktalayalım: “Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!