Öncelikle çuvaldızı kendimize batırdıktan sonra iğneyi sokacak kişiyi arayıp duralım…
“İzmir Basını” için söylemediğimiz söz kalmadı. Genelde can çekiştiği konusunda hem fikir olanlar çoğunlukta.
Tamam, herkes aynı düşüncede. Destek yok. Burası kesin!.. Ne zaman işlerine gelse veya bir ziyaret olsa, atıp tutsalar, “Haklısınız. Biz sizin yanınızdayız. Her konuda destek olacağız” deseler de inanmayın… İcraata gelince fıssssss…
Bu sözleri her ziyarette bol bol duyanlar ve filimin sonunu bilenler çoklukta değil mi?
Belki kapalı kapılar ardında veya karanlıklarda neler oluyor, neler dönüyor. Biz gerçek gazeteciler bilemiyoruz. Bakın burası da çok doğru…
Destek değil, köstek olunmasın diye haykıranlar var mı?
O da, mümkün!..
Bazılarımız bas bas bağırıyoruz: “Çağımız dijital çağ .Gazete okuyan, alan yok” diye!..
Unutmayın, o mürekkebin kokusuyla gazete okumanın, sayfaları çevirmenin keyfini hiçbir yerde bulamazsınız. Lütfen bunu yok etmeyin!
Yine de bardağın boş ve dolu tarafını görmek, çift taraftan bakmak bizim mesleğimizin belki de yazılmayan en önemli kuralı olsa gerek. İşte burada hemen araya girip de “gazete nerede?” diye sormayın. O hakkı lütfen bana bırakın.
Yerel gazetelerimiz yaşasın, tirajı artsın, bir yerde bırakalım, başkaları da okusun diye İzmirli meslektaşlarımın çıkardığı gazeteleri almak için çaba harcayanlar var mı? Var. Bunlardan birisiyim. Ama ne yazık gazete/gazeteleri bulamıyorum…
Eskiden olsa, bayiden, bakkaldan, gazete satıcısından “kalmadı, bitti, bugün az geldi” gibi kelimeler duyardık. Şimdi ise “Gelmedi” sözünü ezberledik!.. Zaten satan bakkal kalmadı, bayiler de peşi sıra satıcılığı bırakıyor. Bırakmayanlar da “Soran, alan yok. Satılmıyor. Sabah say, akşam say. Bizi zorluyor. Kazancı yok, bir de iadesi sıkıntı yaratıyor” diye talep bile etmediklerini söylüyorlar. Satmak için gazeteleri alanlar ise, bir kıyıya hepsini koyuyor. Gazetenin adını duyduklarında da “hayret o gazeteyi soran oldu” diye hem şaşkın, hem de hayret dolu surat ifadesiyle baka kalıyor...
İnanın bir dönem en fazla satan bölgesel gazetenin kapandığı bile söyleyen tali bayi oldu. “Kapanmadı, basılıyor” dediğimde verdiği cevap: “Siz nereden bileceksiniz. 10-15 gündür gelmiyor. Sordum kapandı” dediler cevabını verdiğini şaşkınlıkla duydum. Kızdım ama neye yarar. Görevim gibi aradım en üst düzey yetkililere konuyu aktardım.
Okuma oranının en fazla olduğu söylenen Bostanlı’da gazete satan bayi, bakkal kalmaz, satanlarda da İzmir gazeteleri olmazsa söylenecek ne kaldı ki?..
İnanın geçen gün, dört bir yana dağıldık. Bir tek gazete bile bulamadık!..
Yazdığım gazetede kendi yazımı okumak için yaşadığım yerde gazeteyi gelmediği için alamıyorsam, kusura bakmayın ama hiç kimse ağlamasın. Bu timsah gözyaşları olur…
Gazeteleri bulduk bulmasına da…
Hoppala...
Ekonomi sayfasında belediyenin spor haberi. Bu ne perhiz ne lahana turşusu?
Bırakın bunu, tüm gazetelerde hemen hemen hepsi aynı kalemden çıkmış bülten haberi.
Kardeşim zaten topu topu 8 sayfasınız. Hiç mi, özel haber yapacak gazeteci, muhabiriniz yok?
Daha da komiği; bültenden alıp da hiç değiştirmeden müdürüne veya editörüne verirken altına imzasını atan muhabirlere ne demeli?
İnanın yayınlanan bültendeki eksikleri, yanlışları, hataları yok sayıyorum. Kardeşim hiç olmazsa bir oku. Oku da yanlışı gör ve düzelt!..
Belki bilirsiniz, güzel bir söz vardır: “Herkes kendi hatalarına dürbünle, başkalarının hatalarına mikroskopla bakar.”
Sonra çıkıp ağlama duvarına dönüyoruz… Güleriz ağlanacak halimize mi desek?
O nedenle önce aynaya bakalım, kendimize çeki düzen verelim!
Sadece bizim mesleğimiz de mi?
Örnekleme o kadar fazla olabilir, şaşırırsınız... Konumuz spor olup da futbola bakacak olursak deve misali: Neremiz doğru ki!
Dünya Kupası sona erdi. Arjantin’in zaferi, üstelik Fransızları yenmesiyle daha da anlam kazandı. Yendikleri son şampiyondu... 2-0’dan “Şampiyonluk çantada keklik” derken, maçı bitirelim havasına girip, topu gezdirmelerinin cezasını bir dakika bile dolmadan yedikleri iki golle çok pahalıya ödeyeceklerdi. Dua etsinler, kalecinin ayaklarından dönen Fransızların 3. Gol şansı… O şut gol olsa bugün başka şeyler konuşuyor olacaktık.
Arjantin neden dünya şampiyonu oldu?
Sorusunun tek kelime ile cevabı “Sistem” olmalı diye düşünüyorum. Alt yapıya verilen önem, futbola duyulan saygı ve inanılmaz sevgi.
Elbette futbolcuların ülkelerine gelişinden sonraki olayları hiç kimse onaylamaz.
Futbolcu küçük yaştan itibaren en iyi imkânlarla eğitilmeye başlıyor. Sistemin içine alınıyor ve futbolcu olması için çalışılıyor. Devlet hem alt yapıyı, hem de sistemi destekliyor.
Peki, biz de ne oluyor?
Alt yapıya en ucuz antrenörler alınıyor. Spor Fakültelerinden stajyerler bulunuyor.
Futbolcu yetiştirmesi beklenen amatör takımlar hor görülüyor. Ne tesis veriliyor, ne imkân yaratılıyor. Bir adım öne çıkmaya çalışanlara “hop nereye?” diyerek çelme takılıyor…
Vesaire, vesaire…
Sonra çıkıyorsun; futbol neden ilerlemiyor, futbolcu yetiştirilmiyor diye hesap soruyor, bir de akıl verirken ahkâm kesiyorsun.
Düşmanı uzakta aramaya gerek kalmayan bir gezegende yaşıyoruz. “İçimizdeki İrlandalılar” sözü ne kadar kolay kullanılıyor değil mi, ülkemizde?
Truva atına bile gerek yok. Her şey ortada!
Bunlar atın içinde olsa ne olur, dışında bulunsa ne gezer. Senin yüzüne gülenler, arkanı döndüğün an hançerler…
Burada izin verirseniz bir anımı anlatmak istiyorum.
Rahmetli Gode Cengiz futbolu bıraktıktan sonra çok sevdiği Karşıyaka Spor Kulübü’nde futbol takımının menajerliğine getirilmişti. Bizler de (gazetelerin muhabirleri) her pazartesi yönetim kurulu toplantılarını yerinde izler, oradan özel haber/haberler çıkarmaya özen gösterirdik. Karşıyaka muhabirlerini, Karşıyaka Yalı’da şimdi yıkılan stadın yanındaki kulüp binasında (şu anda korsan otopark) Gode Cengiz (Cengiz Kocatoros) ağırlar her biriyle tek tek ilgilenirdi. Yönetim Kurulunun odasına uyanık muhabirlerin yaklaşmaması, içeride konuşulanları duymaması için de tüm tedbirleri alırdı.
İşimiz gücümüz haber olduğu için toplantıyı sonuna kadar izler, kayda değer haber olursa gazetenin gece muhabirine yazdırır, şehir baskısında yer almasını sağlardık.
Yine toplantının olduğu gece...
Yönetim Kurulu odasının yanındaki salonda oturduk, toplantının bitmesini bekliyoruz. Bir, bilemedin iki saatte biter denen toplantı uzadıkça uzadı. Hiç kimsenin dışarıya çıkmamasını garipseyen yeni muhabirlerden birisi Gode Cengiz’e döndü. “Cengiz Ağabey kimse dışarıya çıkmıyor. Bunların hiç mi ihtiyacı olmuyor?” diye sordu.
Gode Cengiz, şöyle bir deneyimli gazetecilerin bulunduğu tarafa baktı, gülümsedikten sonra genç muhabire cevap verdi:
“Oğlum burası Karşıyaka. Masadan kalkan olur mu? Bunlar hep beraber oturur, hep beraber kalkar. Biri kalksa, yandı. Arkasından söylemedikleri laf kalmaz. Salladıkça sallarlar… O nedenle tuvalete bile toplu halde giderler!..”
Sadece Karşıyaka’da mı?
Bugün her tarafta aynı durum söz konusu değil midir?
Yüzüne gülüp, arkandan kuyunu kazanların itibar sağladığını zannedip, geçici makamlara oturması neye benzer biliyor musunuz?
Balona…
Ömrü toplu iğnenin deyişine kadardır…
Bir dip not eklemeden yazıyı bitirmek istemiyorum. O günkü Karşıyaka Spor Kulübü’ndeki samimiyet, espri anlayışı bugünlerle asla mukayese edilemez. Her ne kadar birbirleri için de laf söyleseler yine de aynı anda masaya yumruklarını vurur ve söz konusu KSK veya Karşıyaka olursa ne taviz verirler, ne söz söylerler, ne de söyletirlerdi. Bir de arkalarından kuyularını kazmaz, her şeyi, yüzlerine haykırırdı…
Kol kırılır, yen içinde kalırdı!
Sadece Karşıyaka’da değil tüm İzmir kulüplerinde dostluk ön plandaydı.
Mantık hep aynıydı: Dostlarınızın omzuna yük olmayın, yüküne omuz verin.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!