İnsanların hata yapmadığını nerede görürsünüz?
Seversiniz, sevmezsiniz. Orasını bilemem… Orhan Gencebay’ın şarkısıyla dillere dolanan atasözümüz “Hatasız Kul olmaz” ne kadar da doğru söylenmiş…
Elbette hata yapılacak. Biz gazeteciler de “Önce İnsan"ız. Hata yapmıyor değiliz…
Hürriyet’teyiz…
Hürriyet Ege’nin zirvede olduğu Ege'de 300 bin tiraja dayandığı günler…
Maçların bitimine az süre kaldı, yazı işleri baskı saati için haber üzerine haber yolluyor: “Aman hat kaçmasın!.. Yarın kıyamet kopmasın!..”
Bergama’dan maç için kısa bir yer ayrılmış. Muhabirin telefonu dört gözle beklenirken çalmasıyla birlikte haberi almaya çalışıyoruz. Muhabir “Ne yazık ki 1-0 yenildik. Golü şu dakikada attı…” diyor ve telefonu kapatıyor.
Ertesi gün sabahın köründe bir telefon: “Bergama’dan arıyoruz. Bizim maçı 1-0 kaybettiğimizi yazmışsınız. Koskoca Hürriyet’e yakışır mı? Maç 1-1 bitti…”
Hoppala… Hemen Bergama muhabirini arıyoruz. Durumu aktarınca verdiği cevap kısa ve net: “Ben stattan çıkarken sonuç 1-0’dı. Demek ki sonra gol olmuş…”
Şimdi bu hata mı, sorumsuzluk mu? Yoksa gazetecilik mi?
Elbette bu af edilmezdi. Etmedik de… Ama önce ona gazeteciliğin dersini verdik…
O dönemlerde yurt içi haberleri ajanslardan teleksle geliyordu. Bizim de bir teleksçimiz var, ömürlük… Yine maçların yoğun olduğu bir Pazar akşamı. Karşıyaka Erkek Voleybol takımının İstanbul’da oynadığı karşılaşmayı bekliyoruz. Teleksci servise girdi ve haber kâğıdı uzatırken, “Müdür Karşıyaka bir gol daha atamamış, 3-2 yenilmişler… Gitmiş bir puan” dedi ve gitti…
Nasıl anlatacağım, voleybol maçında beraberliğin olmadığını… Ama işimizin bir parçası. Ertesi gün çay ısmarladık, voleybolun kurallarını kısaca anlattık…
O dönemlerde maçları telefonla alıyoruz. Genelde de, takım kadroları 4-3-3, 4-4-2 veya 4-2-4 saha dizilişiyle yazılıyor…. 4-4-2 düzeni ise; kaleciden sonra – (tire işareti), dörtlü defans aralarına (,) virgül. Sonra yine (-) tire, devam ediyor…
Muhabir maçı verirken, hata olmasın diye kaleciden sonra tire, geri dörtlüyü yazarken aralara virgül, sonrası tire devam ediyor…
Maç yazısı elimize geldiğinde bir bakıyorsun takım listesine: Ahmet tire, Mehmet virgül, Hasan virgül, Ali virgül, Kazım tire diye devam ediyor…
“Bu nedir?” diye sorduğunda da cevap klasik: “Muhabir öyle yazdırdı…”
Sonra esprili bir dille soruyoruz: “Oğlum bunlar akraba mı? Baksana soyisimleri tire ve virgül.”
Genç nereden bilebilecek? Müdürü soru sorduğunda zaten heyecanlı: “Vallahi bilmiyorum. Sormak aklıma gelmedi…”
Gülüşmeler yükselince durumu anlatıyoruz ki, bir daha aynı hatayı yapmasın…
O dönemlerde bizim çalıştığımız Hürriyet’ten kız (Tülin Yalçın) aldığı için Atilla Özgen’in lakabı Enişte’dir… Aslında İzmir Basınının en ünlü eniştesi, ustamız Erkin Usman’dır. Çoğu kez de ikisi “Enişte” dendiğinde karıştırılır…
Atilla Özgen’in ünlü olduğu olay da Atatürk Stadı'ndaki maçta sahaya girmesi nedeniyle medyatik hakem Erman Toroğlu tarafından kırmızı kart gösterilerek sahadan atılmasıdır…
Elbette sahadan atılan ilk spor muhabiri Atilla değil…
Şu anda kargalar ile martıların oluşan çöplüğün üzerinde uçuştuğu, Yalı’daki Karşıyaka Stadı’nda o dönemler lig maçları oynanıyordu.
3. Lig karşılaşmasında giriş kapısının önündeki kale arkasında bulunan kum havuzun (atletizm yarışmalarında üç adım, uzun atlamada kullanılan) hemen önünde hem maçı izliyor hem de fotoğraf çekiyoruz… Yanımızda da stajyer gençlerden birisi var. İlk kez maçtan fotoğraf çekecek ama elindeki fotoğraf makinesinin teleobjektifi yok. Normalle bu uzaklıktan çekmesi de mucize. Bizim muziplerden birisi, genç stajyere “Bak sen ilk kez geliyorsun. Biraz da geç kaldın. Biz gittik çektik. Sen de kalenin hemen yanından içeriye gir, sakın ikinci çizgiyi geçme. Hakem kızar. Oradan rahatlıkla çekersin…”
Genç stajyer muhabir, ona göre ustasının dediği gibi içeriye girer birkaç adım atar atmaz karşı takım hücumunda hakem elinde fotoğraf makinesiyle sahaya giren genci görünce maçı durdurur ve saha komiserine seslenerek muhabiri sahadan çıkarmasını ister.
Genç stajyer sahadan çıkarılır ve o gün bugün bir daha futbol sahalarına gelmez… Aslında hayatının dersini almış olacak ki, iyi bir gazeteci olarak yükselir…
Bugün ne böyle bir ortam kaldı, ne de alınacak-verilecek dersler.
Ah o Alsancak ve Karşıyaka Statlarının dili olsa da, gazetecileri, muhabirliği, dostluğu, futbolcu-antrenör-yönetici-gazeteci arasındaki sevgi ve saygının nasıl olduğunu anlatabilse…
Aslında “gazetecilik aşkı” çok gerilerde kaldı… Şimdi bas tuşa Amerika, Çin. Neresi aklına geliyorsa birkaç saniyede ulaştır haberini, fotoğraflarını…
Yazıyı bir anımda noktalamak istiyorum.
Akhisar’da muhabirlik yaptığım dönemler… Tercüman, Ege Ekspres, Yeni Asır, Demokrat İzmir Gazetelerine spor haberleri gönderiyorum. Gazeteler genelde sonuç kullanıyor ama bir gazete Akhisarspor’un maçını yıldız tablolu istedi. Maçı izledim. Defter kâğıdına yıldız tablolu uzun bir maç yazısı yazdım. Akhisar Tahir Ün Caddesi’ndeki PTT binasına giderek, memura gazetelerin İzmir telefon numaralarını söyledim ve “Basın Yıldırım Ödemeli” olacak dedim. En öne geçen telefon konuşma sırası bu... Siz deyin bir, ben diyeyim 3 saat… 4. Saatin sonunda gazetenin birincisi bağlandı. Sonucu verdim. Biraz daha bekledim. Yine bağlandı sonucu verdim. Üçüncüye de sonuç bildirdim. Artık büyük bir hevesle yazdığım maçı isteyen gazetenin telefonunun bağlanmasını bekliyordum ki, 5. Saatim de geçti beklerken… Nihayet telefon bağlandı ve maç yazısını heyecanla okumaya hazırlanıyordum. Karşıdaki ses: “Maç kaç kaç bitti?” diye sordu. Söylediğim an, teşekkür ederek telefonu kapattı…
Biz gazeteciliğin ilk bölümünü böyle öğrenmeye başladık!..
“Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır…” Ya bırakacaksın veya sabredeceksin. Tercih senin…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!