Futbolda ligler başladı…
Elbette Türkiye’de futbol dediğimizde öncelikle üç büyükler, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ardından Trabzonspor ve diğerleri geliyor…
Durum İzmir’de de çok farklı değil. Her ne kadar Altay ve Göztepe ile Süper Ligde temsil edilse de, ülkemizin 3. Büyük şehrinde dört büyüklerin taraftarı, sempatizanı ve seveni İzmir kulüplerinden çok çok fazla…
Fanatikleri bir tarafa bırakırsak, bir de, çift takım tutanlar var… Çoğu zaman duymuşsunuzdur; işine geldiği gibi davranıp “Bileğimi kessen ….. renk kan akar” diyenlerdeki madalyonun arka yüzünü biliyor musunuz? Kulüp aşkını anlata anlata bitiremediği dönemler hep yönetimde görev almasına rastlar. Olası bir İstanbul takımının şampiyonluk sonrasında gerçek tutkusu olan kulübün orijinal formasıyla poz verir… Sözüm ona hava atacak ya… Aslında foyasını meydana çıkarır!
Emile Zola’nın şu sözüyle böyle kişilere cevap vermek gerekir: “Gerçeği yer altına gömseniz bile o yine büyüyerek patlayacak ve her şeyi yok edecektir.”
Aslında kendilerini bitirdiklerinin farkında değillerdir ama onlar bunu hak etmektedir. Böyle kişilere söylenecek çok şey var ama en iyisi; Hz. Mevlana’nın bilinen bir sözü ile cevap vermek gerekir: “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol…”
Aslında bu tipler yönetimlerde görev aldıklarında, avını koklayan tazı gibidir… Gözü dört bir yanda, şahsi menfaati için nereden ne çıkacak diye fır döndü gibidirler… Kafasında şeytanca planlarla da pusuya yatarlar. İşi kaptı kaptı. Sırra kadem basar. Alamadı, bırakın kulübü şehri bile terk eder…
Eskiden büyüklerimiz hep söylerdi: “Biz neleri gördük” diye…
Yerden göğe kadar haklıymışlar. Hiçbir yönetici üzerine alınmasın ama vermeden almak onların işi olmuş…
Eski yöneticileri bilirim… Hangi birisi bırakın kulübün, verdiklerinin kaç delikli kuruşunu yeniden cebine koymuştur?
Düşünün bakalım; bugüne kadar başkanlık ve yöneticilik yapanların kaçı aynı şehirde oturmakta veya kulüple bağlarını koparmadan yaşamını o kentte sürdürmektedirler?
Sayın desek; kaçını hatırlayabileceksiniz… Hafızalarda yer edenler hep; kulübüne, kentine, semtine ölesiye bağlı olanlardır…
Böyleleri başımızın her zaman tacıdır!
Ülkemizde futbol pahalı bir spor branşı oldu. Şu anda borcu bulunmayan bir tek kulüp var mıdır acaba?
Gel başkanlık yap. Seni dünya âlem tanısın. Sonra borç yığınını bırak kaç.
İşte futbol dünyasındaki son fotoğraf bu…
Her yıl hep aynı şarkıyı mırıldayan büyüklerimiz ne diyor? “Borçlardan o dönem bulunan başkan ve yönetim sorumlu olsun. Onlar ödesin.”
Ödeyen var mıdır?
Çözüm; yasanın çıkması. Veya şirketleşme…
Gerçekten futbol pahalı ve lüks bir spor branşı. Bu tüm dünyada böyle.
Futbolun güzellikleri bambaşka… Biz neden hep çirkinliklerden söz edip duruyoruz? Ne zaman güzel bir manzara ile karşılaşıp da içimiz de rengârenk çiçekler açacağız?
Bugün bu mümkün müdür?
Olmaması için bir neden yok. Neticede insanın aklı ve yönetim şekli bunu gerçekleştirebilir. Futbolun ileri ülkelerinde görmek olası… Neden bizim ülkemizde de olmasın…
Bizde sadece futbolda mı var? Yaşamın her alanında göreceksiniz…
Ülkemin hangi kentine gidersek gidelim futbolun açıldığı sohbette, biraz konuyu deştiğinde hep aynı yere geliyorsunuz…
Hep dürüst insandan bahsediliyor… Ben de diyorum ki; Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz.
İnsanın ucuzu, pahalısı mı olur diyeceksiniz?
Oluyor işte…
Önemli olan insan olabilmek!
Böyle birini uğurladık, kara toprağa gözyaşlarıyla…
“İzmir Baba” Sancar Maruflu da bu dünyadan göçen efsaneler arasına yazıldı. Oysaki o hep göçenleri anan İzmir’de “vefa duygusu”nun ne olduğunu cümle âleme kanıtlayan bir baba yiğitti… İyi gününde de, kötü gününde de hiçbir bahanenin ardına saklanmadan görevini yaptı…
Onu, son 16 ayda ilk kez çıkmak zorunda kaldığım İzmir dışında olduğum bir dönemde kaybettik…
Hem ölümüne, hem de uğurlayamadığıma iki kat daha fazla üzüldüm…
“Adam gibi adam” Sancar ağabeyimize yakışan bir tören oldu mu? Gidemediğim için bilemiyorum.
Cenazesinin sonrasında “sivri kalem” dedikleri ancak herkesin düşünüp de bir türlü söyleyemediklerini cesaretle kaleme alan “Cesur adam” Abidin Tekin’in “Bir cenazesin ardından” yazısını sosyal medyada okudum…
Sanki yıllardır beynimde dolaşıp duran kelimeleri bir araya getirmiş dedim…
Helal olsun sana Abidin!..
Yüreğine, beynine, kalemine, eline sağlık…
Hep söylerim. Zamanında da çok yazmışımdır…
Terlikle, kısa pantolonla, atletle cenazeye gelinmez… Saygıdır; koyu renk... Özellikle de siyah giymek.
Cenaze “Ölü evi”dir. Saygı ister… Cami kutsaldır; sevgi gerekir…
Peki, dört kişinin bir araya gelerek kulübü, başkanı, futbolcuyu çekiştirme, partinin son durumunu konuşma, belediye başkanını eleştirme, daha da üzüntü verici olan dedikodu yapma, geleni gideni, gelemeyeni çekiştirme yeri midir?
Cenaze sahipleri üzgündür… Onları teselli etmek için son derece ciddiyet gerekir… Kahkaha atmak, gülmek, yüksek sesle konuşmak cami hocasını bile çileden çıkarır ve sonunda bir anons duyulur: “Cemaat lütfen sükûnet…”
Abidin harika yazmış…
Kendisinden ünlü birisini görünce hemen yanına koşarak fotoğraf çekilmek nedir be arkadaş?.. Allahtan Covit-19 var da, şapır şupur öpüşmek kalktı!
Fotoğraf çekildin, çekilmesine… Bir hatıradır belki… Sonrasında sosyal medyada paylaşmak hangi mantıkla bağdaşır…
Bunun tek cevabı var: “Bak ben de katıldım…”
Katılmaz olaydın!..
Unutmadan yazayım; belediye başkanı, milletvekili, kulüp başkanı, parti il veya ilçe başkanı gelecek diye cenazeye gelenleri es geçmeyin… Ya ona yalakalık yapacaklar veya bir şey istemek için yanına yaklaşacaklar… Sonra da hava basacaklar: “Gördünüz mü, ne kadar samimiyim? Benim arkadaşım…”
Küçücük akıllarınca; böyle fırsat bir daha ele geçer mi? misali…
Unutulmaması gereken gerçekleri herkesin bildiği... Aynen Albert Schweitzer’in dediği gibi: “Gerçeğin vakti saati olmaz, o her zaman vardır, özellikle de bize vakitsiz gibi görünen zamanlarda.”
Kusura bakma Sancar ağabey… Saygısızlığı sen hiç sevmezdin… Nur içinde yat; seni unutmayacağız… “İzmir Baba”sını unutmamalı!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!