Cenap Şahabettin’in sevdiğim bir sözü var: “En vefakâr dostumuz gölgemizdir, o da yoldaşlık etmek için güneşli havayı bekler.”
Hep derler ya; anne baba seçme şansımız yok ama eş, dost seçebilirsiniz. Ya iyidir veya kötü… Bu sizin elinizde. İyi ile yola devam edersiniz. Kötüyse; artık siz düşünün!..
Gerçek dost nedir, kimdir?
Kendin mi, yoksa gölgen mi? Gölgense, güneşin çıkmasını mı bekleyeceksin?
Ya çıkmazsa!..
Sen bile gölgeni görmen için güneşin çıkmasını beklediğine göre; vay haline desene!
O dostu nasıl, nerede bulacaksınız?
Bugün dost bulmak o kadar kolay değil.
Belki de kolaydır; biz zorlaştırıyor olabilir miyiz?
Gerçek dost ise aranan, arandığında sizi bulan olabilir diyenler çıkacaktır. Oysa “ben dostunum” demekle bu işler hiç olmuyor!
İnsanın dosttan önce, dost göründüğünde bile verdiği sözü tutması onun kişilik yapısını ortaya koyar. Size verdiği sözü tutmayan, üstelik bunu da itiraf eden sizin dostunuz olabilir mi?
Mevlana ne der bilir misin?
“Dostlarını daima vefa ile hatırIa can!
Arayan sen oI, bulan sen; tanıyan sen oI, kucaklayan sen.
Kula vefası olmayanın Hakka vefası olmaz.”
Bilmem anladınız mı?
Yaşadığın kentte, yakınında… Bazen uzakta… Görmeyi bırak, sesini bile duymaya hasret kaldığın diyarlarda… Sırtını dönebileceğindir, dost!.. Yoksa seni her gördüğünde ellerini iki yana açıp da kucaklayıp “Kardeşim benim… En iyi dostum…” diyerek saran, sonra yanından uzaklaşınca da, “Aman bıktım bundan… Yaramazın teki!..” diyenlerin prim yaptığı dünyada gerçek dostu çok ararsın…
Oysaki dosttur; her an kalbinde hissettiğin… Yokluğunu kabul edemediğin…
Şükürler olsun ki; bugün gözü kapalı inandığımız, iki eli kanda da olsa koşacak dostlarımız çok!..
Karşıyaka’yı, İzmir’i bırakın ülkenin dört bir yanında bulabileceğimiz, ülke dışında da hasret gidereceğimiz dostlarla kucaklaşmak, öyle güzel ki anlatılmaz… Yaşamak gerek!
Akhisar’da geçti çocukluğum, ergenlik ve delikanlılık çağım… O günkü arkadaşlarım; bugün de dostum…
Akgünspor başta olmak üzere formasını giydiğim Akhisarspor dahil pek çok takımdan o dönemdeki gençlerinin kulakları çınlasın… Her biri benden büyüktü. Yaşıtlarım olmadı değil… Sonra küçüklerim… Ölenlere Allahtan rahmet diliyorum. Yaşamda olanlara da sağlık, huzur, mutluluk…
Bugün Akhisarspor’a bakıyorum da; Akhisarlı yok. Bizim dönemimizde Akhisar dışından futbolcu yoktu…
Global dünyada “kendi çocuğunun kıymeti olmaz” diye bir söz de moda oldu mu acaba?
Aslında sormak istediğim; biz ne zaman her alanda yabancı hayranlığını bırakacağız… Bıraktığımız an; dostlukları hatırlayıp öz evlatlarımızı bağrımıza basacağız… Neden kendi çocuklarımızın kıymeti olmaz?
Yabancı hayranlığı derken yanlış anlaşılmasın. Ben bu ülkenin değeri olup da, önünde saygı ile eğileceğimiz üstatlarımıza verilen değerden söz etmiyorum…
Bugüne kadar gelmediği, görmediği, bilmediği, geçmediği, ayak sürmediği, haritada bile merak ederek bakmadığı şehrin orta yerine yapılan parka, meydana, sokağa buna benzer yerlere isminin verilmesinin, bir de büstünün dikilmesinin gerekçelerini birisi anlatabilir mi?
Bunun veya bunların yerine şehrinin değerlerini hatırlamak, gelecek nesillere aktarmak ve ölümsüzleştirmek için neden evlatlarını düşünmezler?
Acaba bir yerlerden talimat gelip de mi yapıyorlar? Yoksa birilerine kendileri prim yapsın diye mesaj mı yolluyorlar?
Sorular… Sorular… Bir türlü alınamayan yanıtlar!
Geçtiğimiz gün memleketim Akhisar’daydım… Yasaklar, sağlık önlemleri derken uzun süre olmuş gitmeyeli… En son gittiğimizde zeytin toplamıştık, kendi ağaçlarımızdan… Yine zeytin toplama dönemi olduğuna göre demek ki bir yıl olmuş bu ayrılık… Zeytinlikte ağaç aralarında şöyle bir gezdim. Daha büyümemiş… Kuraklık vurmuş sizin anlayacağınız… Bir yağmur kendine getirecek, barışı simgeleyen dalındaki zeytini…
Elbette dost Ufuk Merde ilk durak… Çocukluğumuzdan bu yana ayrılmadığımız Ufuk ile ziyaretine gittik Akhisar Belediye Başkanı Besim Dutlulu’ya… Ağabey gibi sevdiğim, eski belediye ve Akhisarspor Başkanı Ahmet Dutlulu da odadaydı… Genç başkana son 2 kitabımı imzalayıp, hediye ettim… Yaklaşık 2 saatlik sohbette konu elbette Akhisar ve Akhisarspor oldu.
Kardeş gibi büyüdüğümüz kuzenler Sait, Mehmet Sengel’lere uğramadan olur mu?.. Dönüşte, torun Can çok sevdiği taze çerez bekler… Akhisar’dan İzmir’e getireceğin en güzel hediye; zeytin ve zeytinyağından sonra Sengel’in çerezi… Bunu sakın unutmayın!..
Akhisar Spor Adamları Derneği Başkanı sevgili arkadaşım İbrahim Macana ile görüştüğümde laf ne zaman dönüp de dolaşsa Amigo Emin de (Otal) düğümleniyor. Emin ile İbrahim’in Akhisar’da amatör futbola verdiği hizmeti çok iyi bilirim. Kapı kapı dolaşarak topladıkları materyallerle bugünkü müzenin temelini attılar. Deyim yerindeyse, tırnaklarıyla kazıyarak inanılmaz bir eser yarattılar. Emin, İbrahim’i yolda bıraktı. Göçüp gitti ama asla unutulmadı…
Akhisar’da yaşadığım yıllarda gibi olmasa da, rahmetli ile yaşamında sürekli görüşürdük. İzmir’e ziyaretime gelmişti. Akhisar’a her gittiğimde ne hikmetse hep karşılaşmıştık… Hizmetleri unutulmaz. Aslında onu unutturmamalıyız. Önce, eğer yapılmadıysa mezarını yapmalıyız. Sonra da adını bir spor tesisine vermeliyiz… Hep amatörlerle iç içe oldu. Amatörlerin yararlandığı bir tesisin adı Amigo Emin Otal olamaz mı?
Bence olmalı…
İşte yukarıda anlatmak istediğim de tam bu!.. Biz yabancı hayranlığını bırakarak, kendi değerlerimize önem vererek onları unutmadığımızı kanıtlamalı ve unutulmadıklarını da cümle âleme aktarmalıyız. Gelecek nesiller de emeğin ve hizmetin kıymetini bilsin.
Akhisar’da unutulan sadece Amigo Emin mi?.. Gento Erdoğan, Titrek Refik, Arabacı Necmettin, Manav Sait, Cumhur, Tüpcü Nurettin, Mehmet Emin Sapmaz…
Kara Refik, Ringo Veli, Lapi Atilla, Taka Mustafa, İbrahim Çiçektepe, Muammer Toser, Mahir Öktem…
Kasap Bekir Mustafa, Çıta, Kakule, Keto, PTT Suat, Ahmet Kalafat, Jilet Namık…
Tarık ve Turgay Meto, Şalamba kardeşler, Bacak Halil, Ali Yüksel Bedre, Oduncu Talat…
Kaptan Faik, Tuğrul, Turan, Emin… Daha niceleri…
Ve yazmakla buraya sığmayacak olan diğer ölen veya yaşayan değerlerimiz…
Soruyorum; hangi birisini hatırlıyor bugün yaşayan futbol, spor aşığı yeni nesil?..
Hatırlatmak için ne yapıldı. Peki siz ne yaptınız, değerli yönetenler?..
Haydi bir spor anıtı yapalım ve tüm bunların adlarını tek plaketle ölümsüzleştirelim!..
Sporda olduğu kadar, edebiyat, sanat, kültür, siyaset ve diğer alanlarda da unutulmayacak isimlerimiz var… Onları hatırlıyor musunuz? Burada isim vermek istemiyorum. Hem unuttuklarım için üzülürüm, hem de yer sınırlı… Zaten uzun yazıyorum!
Sizin bildiğiniz; sadece siyasi getirim uğruna veya bir başka şehir verdi diye haritada bile yerini bulamayacak olan ünlü birinin adını bir yerlere vermek için yarışmayı bırakalım da kendi çocuklarımıza, öz evlatlarımıza bakalım…
Bir de; adını sokağa, parka, kültür merkezine, sinemaya… Her nereye olacaksa… Vermek için illa ölmesini de beklemeyin... Çok ilginç değil mi? Biz de; insanlarımız yaşarken değil de, öldükten sonra değer kazanıyor?
Asıl adı Heinrich Karl Bukowski olan, yapıtlarında bazen Henry Chinaski ismini de kullanan Amerikalı yazar ve şair Charles Bukowski’nin sözünü sakın unutmayın: “İnsan, en büyük hatayı birisine gereğinden fazla değer verdiği zaman yapar.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!