Zaman hızlı da akıp geçse, kan döküldüğü için yarıda kalan Göztepe-Altay maçı gündemdeki yerini koruyacak ve bunun için yazılacak tek kelime var o da facia olduğu.
“İzmir Futbolu”nun güzelliklerini bir anda yok eden, gül bahçesini diken tarlasına çevirenlere ne demeli?
Pes doğrusu…
Artık konu adliyeye intikal etti. Yargı gerekeni yapacak ama Göztepe Stadı’ndaki kan, gözyaşı asla unutulmayacak, kara leke kesinlikle silinmeyecek!
Tribündeki kanlar yıkanıp gidecek ancak yüreklerdeki sızı asla dinmeyecek…
Bir anlık, hiç de arzu edilmeyen olay, arkasında o kadar çok soru işaretini de beraberinde getirdi…
Öncelikle o fişekler oraya nasıl girdi?
Altay’ın 6, Göztepe’nin 4 maç ceza alması bir yana, “Kara gün” olarak tarihe geçecek olan yarıda kalan maçta; Türk Sporunun güzide ve tarihi iki kulübü derin yaralar…
Sadece derbi maçını izleyebilmek için ailecek tribünlere gelenler “bir daha mı asla” demeyecek mi?
Futboldan soğuyanlar olmayacak mı?
Ya dışarıda futboldan uzakta olanlar ne düşünecek?
Olayların haberi sosyal medyaya düşer düşmez, bir anda taraflı tarafsız herkes ikiye ayrıldı. Bir kısım haykırmaya başladı: “Şehrin göbeğine stat yapılır mı?” diye!
Haydi, buyurun bakalım…
Mahalle halkı, semt sakinleri, her maç gününü “Yok günü” ilan ettiğini yüksek sesle söylemeye başladı… Maç günleri yörede her şeyin tatsız bir hal aldığını, sorunların peş peşe geldiğini, trafik, gürültü, keşmekeşliğin üst düzeye ulaştığını bugüne kadar da soruna çözüm bulunamadığı, o günlerde evlerinde uzaklaştıklarını seslendirerek, yetkililerin kulaklarına adeta kar suyu kaçırdı…
Saniyeler içinde, bir veya birkaç kişinin yarattığı ve gözlerden asla silinmeyecek “kara tablo” nasıl bir hasar bıraktı?
Şimdi herkes her şeyi sorun yumağına dönüştürüp, eteklerindeki taşları da birden boşalttı…
Bir deli kuyuya bir taş atarmış, bin akıllı çıkarmaya çalışırmış ya… O misal!
Ne acıdır ki; insanlar bir zamanlar yapılması için bin bir takla attıkları stadı bile sorgulamaya başladı…
Oysa o stat yapılırken herkes mutlu, sevinçli ve gururluydu… İnsanoğlu güzelliklere layık olduğunu, yaşadığı kentte yakınında her şeyi bulabilmenin sevincini yaşadığını, tuttuğu takımın mabedinde sevinmeyi hak ettiğini söylerken, bir anda her şey alt üst, ters yüz oldu!
Böylesine utanç İzmir’e yapıştırılmamalıydı… Asla böyle olmamalıydı!
Ama oldu…
O kara lekeyi ve izlerini silmek olası mı?
Hem de sahadaki futbolcuların günahsız, iki güzide kulübün suçsuz olduğunu düşünürsek!..
Ya ağır yaralanan seyirciyle, köşe direği kafasında parçalanan kalecinin sağlık sorunu ve yaşadığı travma…
Şimdi; makamlarında ahkâm kesenler, bir koltuğun peşinden koşanlar, başını ellerinin arasına alıp da; “Bizim hatamız nedir?” diye sorgulamalı…
Nasıl medya mensubunun cebindeki çakmak alınıyorsa, ambülans şoförünün çantası da aranmalı!..
Elbette onları suçlamıyoruz… Ancak hiç kimse “Bizler de mağduruz” edebiyatının arkasına kesinlikle gizlenmemeliler. “Kral çıplak” diyerek önlemleri tez zamanda almalı… Kim hangi konuda görevli ve sorumluysa bunu kesinlikle “dört dörtlük” yerine getirmeli… Yoksa ziyaretler, “geçmiş olsun” nezaketleri, yapılan toplantılar, “cek-cak”larla süslü kelime oyunlarıyla açıklamaları yıllardır “olaylı maç sonrası” tekrar tekrar izlediğimiz ve ezberlediğimiz film olmaktan öteye gitmez!..
Sorun bardağın dolu ve boş tarafına aynı anda ve aynı düzeyde bakmakla ve kesin kararlarla çözülür. Önemli olan da; sorunu çözecek sorumluların acilen bulunmasıdır!..
Bugün haykırır yarın susarsak, çaydaki taşla, çaydaki kuşu bile vuramayız!
Dediğim gibi konu adliyelik…
Suçlu ve suçlular kimse cezasını çekmeli…
Çözüm arayanlar da mutlaka ve mutlaka bu işin uzmanlarıyla iş birliği içinde olmalı ve onları partner olarak kabul edip, önerilerini göz ardı etmemeli…
Üstelik küçümsememeli ve “Haydi canım sen de, güç ben de…” ekosu içinde olmadan destek almalı. Günümüzde aranan ilaç; herkesin ortak noktası Fair Play olmalı…
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin 41. Yılını kutlayan Fair Play Komisyonunun 17. Yılını dolduran üyesi olarak Fair Play’e amatörce hizmet ediyorum. Bu dönem içinde rahmetli Halit Kıvanç, Kahraman Babçum, Ali Abalı, Yılmaz Tokatlı gibi Türk Basını ve sporuna imza atan büyüklerimle de görev yaptım. Her birinden büyük dersler aldım. En önemlisi de bir baba gibi şefkat gösteren, Türkiye’de “Fair Play”in tanınmasındaki yegâne isim, Avrupa ve Dünya fair play konseylerinin en saygın üyelerinin en önde bulunanı, meslek büyüğüm Erdoğan Arıpınar’dan öğrendiklerimi asla inkâr edemem… Her noktada birkaç adım öndeysem, onun ve onun gibilerin ayak izlerini dikkatlice izlememdendir…
Göztepe-Altay maçına yeniden dönecek olursak, günümüzde fair play’ın ne kadar öne çıktığı veya çıkması gerektiği bir kez daha haykırmalıyız. Unutmamalıyız; güneş balçıkla sıvanmaz!
“Aklın bittiği ve sustuğu yerde son karar şiddete aittir” diyen Adolf Hitler’e kim hak vermez bilir misiniz?
Şiddete başvuranlar!
Bunun önüne nasıl geçeceğiz?
Elbette öğreterek… Anlatarak, üzerine basa basa söyleyerek.
Onun için okuyacağız, okutacağız… Bilinçli bir toplum olacağız. Cep telefonlarımızda oyun oynaya oynaya kırmızı ışıkta geçmek yerine, yeşil ışığı beklemek ve toplu taşımada geçen vaktimizi kitap okuyup değerlendirmek…
İnanın şimdi hayal ettiğiniz böyle bir tablo gerçekleştiği an, şiddetin de önüne geçilecektir…
Sporda şiddetin önlenebilmesi için tüm federasyonları, üyesi de oldukları TMOK çatısı altında Fair Play Komisyonu ile işbirliği yapmaya davet ediyorum… Bu konuda gönüllü STK’lar varsa, onlara da çağrı yapmak hepimizin görevi olmalı…
Türk Sporuna hizmet için seçilen federasyon başkanlarımızla birlikte, Gençlik ve Spor Bakanlığı önderliğinde “Türk Sporu”nda olan ve olası şiddet hareketleri için bugünden itibaren kolları sıvayalım ve TMOK Fair Play Komisyonu ile işbirliği yapalım… Akademisyenlerden, eski milli sporcular ve antrenörlerden, federasyon ile kulüp başkanlardan, psikologlar, emniyet güçleri, bu konuda uzman olanlardan da destek alalım. Elbirliği ile büyük bir çalıştay da masaya yatırarak neşteri tam kalbinden vuralım!
Var mısınız?
Dünya ve Avrupa Fair Play Konseylerinin tanıdığı ve etkinliği çok fazla olan TMOK Fair Play Komisyonu, bugüne kadar etkinlikleriyle dünya ve Avrupa birliklerinde hep ön plana çıktı. Bugün uluslararasında yaptırım gücü olduğu kadar saygın bir yeri de bulunan TMOK Fair Play Komisyonu şiddet konusunda herkesle, her birimle, kurumla, federasyon ve kuruluş ile ortak çalışma yapmak ve onlara destek olmak ister. Çünkü tek amacı Fair Play…
Peki nedir bu Fair Play?
Ülkemizde “İyiye, doğruya, güzele doğru…” diye tanımlanan Fair Playin tarifi şöyle:
“Fair Play; dürüst oyun, dürüst davranış olarak ifade edilmekle birlikte gerçek anlamı etik üstü davranıştır. Etik davranış, kuralları her konuda dürüstlükle ve saygıyla uygulamak demektir. Fair Play ise tüm bunların üstünde kişisel çıkarları ve hırsları bastırarak yaşamda üstün insan ruhunu ortaya koymaktır.”
Ülkemizde Fair Play nasıl kurulduğu da TMOK’nin sayfalarında şöyle tanımlanıyor:
“Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), 1981 yılında Uluslararası Fair Play Konseyi’ni (CIFP) tanıyıp onu bir kuruluşu olarak kabul etmesinden sonra Fair Play, IOC'ye bağlı Milli Olimpiyat Komitelerince gündeme alındı. IOC'nin her komitede Fair Play ile ilgili bir komisyon kurulmasını tavsiye etmesi üzerine TMOK da bu konuda çalışmalara başladı. 17 Kasım 1981'de Turgut Atakol'un başkanlığında toplanan TMOK Yönetim Kurulu, Fair Play Komisyonu'nu oluşturdu. TMOK o tarihten beri Fair Play olgusunun ülke genelinde yaygınlaştırılması amacıyla Türkiye Fair Play ödülleri vermekte, Fair Play’i toplumumuza bir yaşam tarzı olarak benimsetme yolunda çaba harcamaktadır. Bu konuda gerekli çalışmalar TMOK Fair Play Komisyonu tarafından yürütülmektedir. Bunun yanı sıra TMOK, Fair Play Karikatür Yarışması'yla da gençlerin sanat ve spor işbirliği yoluyla Fair Play’i benimsemeleri için çalışmaktadır.. Fair Play komisyonu 1982'den bu yana verdiği üç gruptaki (davranış, kariyer, iletişim) ödüllerini spor alanında veriyordu. 1999'dan itibaren "Fair Play toplumun bir yaşam biçimidir" felsefesi ile ödülleri sportif ve toplumsal olarak iki grupta topladı. Böylece tüm Türkiye’de Fair Play'e uygun davrananları da ödüllendirmeye başladı.
Türkiye Fair Play Komisyonu’nun amblemi (Sana kırmızı kart göstermiyorum kalbimi veriyorum) anlamını taşıyan, içinde ay yıldız olan bir kart gösteren eldir.”
“İyiye, doğruya, güzele doğru…” yol almanın spordan başlaması ve bunu da tüm toplumun izlemesi gerekiyor diye düşünüyorum…
Hz. Mevlana ne güzel söylemiş: “Yarın yaparım deme! Bugün de dünün yarınıydı. Ne yapabildin?..”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!