Alman asıllı Amerikan Merkez Bankası yöneticisi, ekonomi köşe yazarı, ekonomi profesörü Henry Christopher Wallich “Özgürlük sağlık gibidir, varken sorgulanmaz, çantada keklik gözüyle bakılır, kaybedince farkına varılır” der.
Yaşadığımız şu günler, sağlık uğruna özgürlüğümüzün kısıtlandığı günler. O nedenle de özgürlüğümüze hasretliğin sağlıkla ne kadar eşdeğer olduğunu gördük. Görmeye de devam ediyoruz. Demek ki; yaşamın ilk basamağındaki gerçek: Sağlık… Para, pul, mal neye yarar…
Saydınız mı bilemiyorum. Kaç gündür evdeyiz? Sokağa, mahalleye, şehre, doğaya hasretiz… Çocuklar, daha da önemlisi 20 yaş altı torunlar gözümüzde tütüyor. Evlerin arasında birkaç sokak olsa bile; ne onlar gelebiliyor, ne de biz gidebiliyoruz…
Hapishaneler boşaldı, 65 yaş üstü ve 20 yaş altı evde tutuluyor…
İsyan çıkar mı?
Hayır!
Biz Türkler sabırlı insanlarız. Uysalız… Uyaroğlu, uyarız…
Şimdi de; birkaç saat izin çıktı… Bu bile özlediğimiz sokakların tadını çıkaracağımızın bir lütfu… Aman aman… Hepimiz çok dikkatli olmalıyız ve bu işin cılkını çıkarmamalıyız. Korona virüse bir daha şans tanımayalım… Lütfen!
Şilili aktör, besteci, çizgi roman yazarı, yapımcı, psikoterapist ve yönetmen Alejandro Jodorowsky “Kafeste doğan kuşlar, uçabilmenin bir hastalık olduğunu düşünür” der. Oysaki bizler öyle mi? Özgürlüğün tadına vardığımızdan olsa gerek tam tersi düşüncesindeyiz. Kafese asla girmeyiz! Kafeste de doğmak istemeyiz… O nedenle de bu mecburiyet bile bizim için büyük zulüm…
Bu süre içinde evde kitap oku. TV başında zaman geçir. Filim izle. Bilgisayarın başına geç, bol bol yazı yaz… Çok mu canın sıkıldı? Hemen sosyal medyaya dal, kafanı dağıt.
Sosyal medya yazılarına bakıyorum da; biz gazetecilerin hakkını yiyorlar… Sosyal Medyada tuşlara basınca kendisini dünyanın en büyük düşünürü, yazarı, çizeri, gazetecisi, muhabiri sananlar karalamadan önce düşünüyorlar mı? Aslında hiç düşünmüyorlar. Paldır küldür aklına geleni yazıyorlar… Bir iki gün sonra arkadaşını arayıp, “Ya duydun mu?” diyerek “yazdığı yalan”a kendisi de inanıyor. Bir de “vallahi billahi” diye yemin etmiyor mu? Pes doğrusu!
Yalan demeyeyim de, hani yazanın kucağında bulduğu bomba gibi patlayan değersiz laflarla oluşan kelime topluluğu bu sözde haberler…
Kendi yalanına inanma hastalığının adı “Mitomani”dir. Sosyal medyada bu tip insanlara rastlamak o kadar çok fazla ki, inanamazsınız. Mitomaniye yakalanmış kişiye Mitoman denir. Mitomani bir çeşit dürtü kontrol bozukluğu olarak tanımlanabilir. Mitomani hastalığına yakalanmış kişi, çevresindeki insanlara amaçsız ve sebepsiz şekilde yalanlar söyler. İşte bunların yüzünden de sosyal medya amacını çoktan aşmış, bir bilgi kirliliği içinde yuvarlanıp gitmektedir… Nereye kadar gidebilecek?
Derler ya: Ömür biter yol bitmez!
Bazıları da, sosyal medyayı çıkış amacıyla kullanmaya özen gösterirler. Anlayacağımız hakkıyla kullanmaya dikkat ederler. Bulamadığı arkadaşlarını ararlar, fotoğraf paylaşırlar, video koyarlar. Güzellikleri sergilerler… Onlar yalanları bir kıyıda bırakarak, gerçeği yaşamaya devam ederler.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi siyaset adamı, yazar, ressam Sir Winston Churchill ne güzel söylemiş: "İnsanlar gerçeğe takılıp tökezlerler ama çoğu hemen kendini toparlar ve hiçbir şey olmamış gibi koşmaya devam eder"
Gerçek böyle bir şey… Ama yalan?..
Bunun niçin en güzel örnek de; İrlandalı oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şair Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde’den gelir: "Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır."
Doğru söze şapka çıkarılır…
Ülkemizdeki yasaklar yavaş yavaş esnek hale getiriliyor. İnşallah tez zamanda da eskiye döneriz. Ama inanın artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Spor karşılaşmalarının başlaması için yoğun bir hazırlık var. Benim futbol, basketbol oynadığım dönemlere gitmeme hiç gerek yok. Şöyle bir son yıla bakıyorum da, amatörleri bırakın, profesyonel 3. Ligde bile “sağlık kurallarına uygun” kaç tesiste maçlar oynanıyor? Süper Ligdeki görkemli statlar göz kamaştırıyor ama çoğu maç oynanan alt liglerdeki tesislerin genelinde ayaklar kırılıyor, kafalar yarılıyor… Soyunma odasından tutun da, aklınıza her gelen ortam; bugün olağanüstü çabalarla alınan önlemleri bir çırpıda yok edecek durumda. İnanmayan kulüp başkanlarına, yöneticilerine, sporcularına sorsun.
Amatörler mi? Onların maçlarını bu yıl yok sayın. “Bunu bulduğumuza şükrediyoruz” denen sahada peş peşe oynanan maçlarda üç soyunma odalı, gecekondu lüksünü arayan tesiste adeta “dar alanda kısa paslaşmalar” yapan futbolcular, duş almaktan öte kokudan tuvalete bile giremiyor… Dezenfektan değil, bir tanker sabunlu su getirseniz nafile… “Erken kalkan yol alır” derler ya… Peş peşe maçların oynandığı sahada 3. Soyunma odasını kapmak için sabahın köründe taksiyle gidenlere “kafayı mı yediniz?” demek insanı güldürüyor… Gitmeyip ne yapsın. Takımı sokakta, yoksa koridorda mı soyundursun?..
Zaten ekonomik kriz hat safhada. Giydikleri hep aynı malzemeyi bırakın, parası olmayan takımlar 19 litrelik damacanayı getirip, futbolculara aynı maşrapayla su içiriyorlar…
“İnsan parasını kaybedince fakir, özgürlüğünü kaybedince esir, aşkını kaybedince şair olurmuş” diyen Özdemir Asaf ustamızın bu güzel sözüne haddim olmadan “sağlımızı kaybedince sonu ölüm olurmuş” diye ekleme yapıyorum. Bunun için lütfen kararları alırken iyice düşünün, taşının. “Üstte değil, altta neler var?” diye de iyice araştırın… Size çözemediği sorunları getirmekten korkan o kadar çok kendini beğenmiş koltuk sevdalıları var ki, anlatamam…
Yazıyı yine Özdemir Asaf’ın bir sözüyle noktalayalım: “Bunca boş konuşan insanın arasında, dilsiz olmak engel değil, devrimdir.”
Ne yapacaksın; anlayana saz, anlamayana davul zurna az!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!