Sevdiklerini kaybetmenin hüznünü yaşamayan var mıdır?
Derler ya; “Ateş düştüğü yeri yakar…”
Hiç de öyle olmuyor… Bazen çok uzaklarda da bulunsan haberi içini cız ediyor ve tüm vücudunu bir üzüntü kaplıyor…
Bazen anan oluyor, bazen baban... Kaybedilen canından birisiyse var ki sen düşün gerisini…
Bazen yakının oluyor bu dünyadan göçüp giden…
Bazen bir arkadaşın, yoldaşın, sırdaşın…
Bazen de umursamadığın birisinin kötü haberini aldığında “vah, vah” diyerek üzülüyorsun…
Ölüm…
İnsanoğlu için kaçınılmaz bir son…
Son dönemde çok sevdiğim iki dost… Birisi ağabeyim… Diğeri yaşıtım, canım arkadaşım…
Akın Barhan ve Ali İpek…
Onları da uğurladık…
Akın Barhan ile uzun yıllara dayanan bir tanışıklığımız vardı… Karşıyaka’da başladığı kalecilik serüvenine Altay’da devam etti, milli oldu ve bıraktıktan sonra da siyah beyazlı renklerin aşkını teknik adamlık, yöneticilikle taçlandırdı…
Siyasi yaşamında üç dönem İl Genel Meclisi Başkanlığı görevinde bulundu. Aynı zamanda Ege Bölgesinin en önemli iş adamlarından birisiydi…
Bu kadar başarılı geçmişi olan Akın Ağabey her şeyden önemlisi, iyi bir eş ve inanılmaz bir babaydı… Ailesine düşkünlüğü, eşine sevgisi, çocuklarının üzerine titremesi onu “dört dörtlük” kılan gerçeklerin ta kendisiydi… O günlerde yanına çırak olarak işe girenlere bile babalık yaparak, emekliliklerine kadar yanında çalıştıracak kadar da merhametli ve bilinçli iş verendi… Yanında aile olarak çalışanların cenazesinde döktükleri göz yaşları gözümün önünden gitmiyor…
Akın Ağabey, oğlu Can Barhan’ın, kızı Müjde Siliman’ın çok erken kaybettiğimiz eşi Nurser Barhan’ın üzerine titrerdi… Onu en çok yıkan, büyük aşkı Nurser Hanımı erken kaybetmek olmuştu… Unutamadı, kabullenemedi…
Akın Ağabey uzun süredir hastaydı… Çocukları onu çok iyi bakarak, baktırarak uzun yaşamasını sağladı…
Can, kardeşim gibi… Telefon çaldığında, “hayırdır inşallah bu vakitte aramazdı” diyerek bir korkuyla açtım… Acı haberi verdiğinde konuşamadım… “Ağabey orada mısın?” sorusuna cevap veremedim… Neden sonra “Başımız sağ olsun. Ne zaman kaybettik?” dediğimde. “Az önce” cevabını verdiğinde acısını hissedebiliyordum…
Cenazesi sevenleriyle doluydu… Toprağa vererek, ona veda ettik… Kalbimize gömdük…
Akın Barhan’ın acısını yüreğimde hissederken, Denizli’den gelen acı haber her şeyin tuzu biberi oldu… Can yoldaşım, Denizli’ye gidiş sebeplerinden birisi olan Ali İpek’İ kaybetmiştik…
Ali İpek Denizli’ye, “Denizli Futbolu”na inanılmaz katkılarda bulunmuş bir futbol adamıydı. Bir arkadaş, yoldaştı. Denizli’ye her gittiğimizde uğradığımız, sohbet ettiğimiz, birlikte yemek yediğimiz, maç izlediğimiz, futbol başta tüm konularda muhabbetin dibine vurduğumuz bir dosttu.
Sadece biz mi?
“Denizli’ye kim gelirse, beni bulsun, yeter” der ve dostluk elini uzatırdı.
Denizlispor’un efsane başkanı merhum Ahmet Dartar, Selami Damgacı, Mazlum Bababalım daha isimlerini sayamayacağım Denizlispor’a damga vuran isimlerle oturduğumuz masalarda Ali İpek’in şen kahkahaları ve gülen yüzü ortama neşe katardı…
Kızı Mine’yi, oğlu Tuna’yı evlendirdiği günlerde mutluluktan adeta uçuyordu… Her masayı tek tek dolaştı. “Bu günleri de gördük ya…” dedi ve eşi Ümran hanımla pisti hiç hoş bırakmadı… Düğünün ertesi gün Cankurtaran’daki evindeki kahvaltıda yine neşe kaynağı olmuştu… Hiç oturmadı, karnını bile ayakta doyurdu…
Basketbol Adamları Derneği Spora Katkı Ödülünü almaya geldiğinde, “Senin için İstanbul programımı bozdum, toplantıları erteledim. Buraya geldim. Sen benim için Denizli’ye gelirsin de ben İzmir’e gelmez miyim” demişti… Hak ettiği ödülünü aldı ve İstanbul’a devam etti…
Son bir yıl hastaydı… Ama hep onu tanıdıkları gibi bilsinler istedi ki; hastalığından hiç bahsetmedi… Sık sık telefonla görüşür, “İzmir’e geleceğim… Tuğrul Koparan’ı bulalım biraz konuşalım. İstersen al onu buraya gel” derdi…
Şimdi o da yok… Denizlispor öksüz kaldı… Dilerim ki; adı en güzel spor tesisinde ölümsüzleşir…
Akın Ağabey, Ali İpek…
Nur içinde yatsınlar…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!