İnsanların hayranlık duyduğu, kıskandığı, rol model aldığı, “ah ben de böyle olabilsem” dediği kişilere dalıp gittiğine şahit olmuşsunuzdur…
Bazen bir futbol yıldızı, sinemadan aktör veya artist. Fotomodel, sesine doyum olmayan sanatçı, ressam… Herhangi biri veya birkaçı olabilir…
Helen Keller’i bilir mısınız? Veya ismini duydunuz mu?
Amerikalı pedagog ve aktivist. Bebeklik çağından itibaren kör, sağır ve dilsiz olması, kendisini pek çok meslektaşından ayıran en önemli özelliği olmuş. Engellerine rağmen başardıkları, onu efsanevi bir kişilik haline getirmiş. Bir sözünü çok seviyorum: “Dünyanın acı ile dolu olduğu doğrudur ama birçok insan da bunun üstesinden gelmektedir.”
Aynen öyle… Acıları bugüne kadar yenmeyi başardığıma inanıyorum. Hep başkası değil, “ben olabilme"nin savaşını verdim. Böylelikle de; ideallerime ve hedefime ulaştım. Hem de tırnaklarımla kazıya kazıya… Hiçbir tanıdığım, siyasi gücüm, torpilim, arkam olmadan… Acıyıda tattım, tatlıyı da… Güzeli de gördüm, çirkini de… Bilenler çok iyi bilir… Gölgenin altına sığınmadım. Sadece “Gölge edilmesi”ne izin vermedim…
Henry Ford’un dediği gibi “Hata değil çare bulun.”
Hataların içinde dolaşmadım, zamanımı harcamadım. Çareyi aradım ve buldum… Sonuç o zaman kendisinden ortaya çıktı…
Elbette yaşam boyunca beğeni ile izlediğimiz çok insan oldu… Hangi birini saysam… Bu konuda çok şanslı olup, gazetecilik mesleğini “Ustalar”ın arasında “gerçek gazetecilik dünyası”nda yapmanın keyfini sürdüm. Yorulmadık mı? Çok!.. Haksız mıyım, canım ağabeyim, ustam Ertuğrul Kale… Az mı sabahlattın bizi… Sandalyenin üzerinde uyuklamamıza bile fırsat vermedin!
Bazen bıçak kemiğe dayanıyor, herhangi bir hayale kucak açamayacak kadar yorgunluk hissediyorduk… Yorulmanın ne olduğunu bilmeyen ustalarımızdan öğrendik, çalışarak dinlenmeyi…
Öyle değil mi; Okan Yüksel ağabeyim… “Merhaba”ların en güzeli sana gelsin!..
Sancar Maruflu’yu tanıdığımda belediyede görev yapıyordu. Yılını bile unuttum. Son dönemlerde vücudunu taşıyamayan ayakları onu bastonuna teslim etti. Ama yıkılmadı… Yıkılacak mı? Asla!..
Gürkan Ertaç, Erkin Usman mesleğimizin son kelaynakları desem kızarlar mı bilemiyorum… Ellerinden öperim… Çok şey öğrendim, kendilerinden… Hem gazetecilik, hem de hayat dersi…
İlk müdürüm, çok şeyler öğrendiğim Şevket Özçelik’i rahmet ve minnetle anıyorum.
Çetin Gürel, Öcal Uluç ağabeyimiz… Tayfur Göçmenoğlu, Yaşar Aksoy, Ünal Tümin, Yaşar Eyice… Kaleminize sağlık… Yazın ki; bu ülkede doğru yolun ışığı olun… Işığınızdan Atatürkçü gençlerimiz iz sürsün…
Aykut Fırat, Esat Erçetingöz, Şükrü Akın, Kenan Çimen fotoğraf makinelerini ellerinden bıraktılar mı?.. Bugün bile çektikleri tek kareyle dünyayı ayaklandırıyorlar… Onlar sadece kâğıt üzerinde emekli…
Bize göre gençler… Atilla Köprülüoğlu… Metin Aydınoğlu… Yazılarınız, fikirlerinizle savaşa devam…
Mehmet Erdül ağabeyim… Beş parmağında beş değil, yirmi beş hüneri olan kıyıda kalmaması gereken gerçek beyin… Hey siyasetçiler açın gözlerinizi de etrafınıza şöyle bir bakın…
Orta kuşağın spor dünyasındaki mert, delikanlı, güçlü kalem Yılmaz Coşkun neden yazı yazmıyor? Deklanşördeki ustalığıyla meslektaşlarının "doktor" lakabını taktığı Sedat Yılmaz’ı evinde oturtmaya kimin gönlü razı oluyor?
Çalışan veya çalışamayan… Yazdıklarım veya unuttuklarım… Hepsi gerçek gazeteci… Burada yer almamış olabilirler ama, gönlümdeki yerleri bambaşka… Selam olsun onlara…
Elbette sosyal medyada çamur atmak için küçük harflerle savaşan, cep telefonuyla fotoğraf çekerek kendisini Ara Güler sananların fazla olduğu ülkede “gerçek değerler”e kim bakar? Kimin aklına gelir…
Kes, kopyala, yapıştır… Al sana medya!..
Romalı düşünür, devlet adamı, oyun yazarı Lucius Annaeus Seneca’nın şu sözünü asla unutmayın: “Rüzgârın yönünü tayin edemeyiz ama geminin yönünü değiştirebiliriz…”
Evet, geminin yönünü değiştirmek bizim elimizde…
Şimdi ben, “İzmir Sporu” için gerçekten kafa yoranlara denizde görmeye alıştığımız ne işe yaradığını çok iyi bildiğiniz işaret fenerinin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer olduğunu haddim olmadan söylüyorum. Ve kendisini “İzmir Spor Hareketi”nin işaret feneri olmasını öneriyor, üzerine basa basa da “Tunç Başkan bu konuda lider olmalısın” diyorum…
Tunç Soyer’siz “İzmir Sporu” feneri olmayan limana benzer. Bu nedenle de Tunç başkan oluşan “İzmir Spor Hareketi”nin başında lider olarak yer almalı… Varlığını hissettirmeli. Hissedildiğini sağlamalıdır! Gerisi kolay… Yeter ki işin içinde sen ol… Kollarını sıvayan gönüllü çok “adam gibi adam” var!..
“İzmir Sporu” Karşıyaka’dır… Altay’dır… Göztepe’dir… Altınordu’dur… Bucaspor’dur… İzmirspor’dur.. Yeşilova’dır… Ülküspor’dur… Basketbolda Pınar Karşıyaka, voleybolda Arkasspor, havuzda Esti, teniste Kültürpark, yelkende, judoda, ragbide şampiyonluklar… Amatör branşlarda İzmir Büyükşehir Belediyespor, Bostanlıspor, Çayırlıbahçe’dir… Unutulmaması gereken gerçek kahramanlar ise; amatör spor kulüpleridir…
Bugünlerde hiç aklınıza geldi mi, "Amatör Liglerde durum nedir" diye?.. Düşündünüz mü, Amatör Spor Kulüpleri ne yapıyor, hangi yağla kavruluyor, antrenörleri evlerine ekmeği nasıl götürüyor?
Soruyorum sizlere?
Profesyonel sporun kaynağı olan amatörler aylardır kan ağlıyor… Liglerin birleştirilmesiyle ağızlarına bir parmak bal sürülen kulüplerin durumu tek kelimeyle “İçler acısı…”
Maçlar oynanmayacak. Ekim Ayının sonunda salgının durumuna göre yeniden değerlendirme yapılacak… En az bir kaç ay daha aç kalacak, antrenörler… Bu süre içinde de cepten yiyecek amatörler… Cep, cepken delik!..
Doğalcılık akımının önde gelen isimlerinden birisi olan İtalyan yazar Grazia Deledda’nin “Paradan daha önemli şeyler vardır. Ancak onları satın almak için de para gerekiyor” sözü şu andaki amatör spor kulüpleri için söylenmiş sanki…
Üst liglerde her şey tozpembe gibi görünüyor. Aynen Thomas Faller’in dediği gibi: “Zenginlerin zevkleri fakirlerin gözyaşları ile satın alınır.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!