Hayat insanlara bazen mutlu, bazen de acı günleri yaşatıyor…
Yüzünün güldüğü kadar, içine hüznün düştüğü de olmuyor değil…
Dostluklar, arkadaşlıklar... Eş, akraba… Anne, baba… Çoluk çocuk!.. Yaşamın ayrılmaz parçaları olduğunu inkar edebilir misiniz?
Bazen bir dost ararsınız…
Konuşmak, dertleşmek istersiniz…
Bazen de; “ah keşke ıssız bir adada tek başına kalabilseydim” diye düş kurup, hayallere dalıp gidersiniz… Ama bir güzel insan sizi hiç ummadığınız anda dünyanın en mutlu insanı da yapabilir…
Bu dünya güzel insanlarla dolu… Yeter ki; sizin de içiniz güzelliklerle kaplı olsun!..
Sizi bilmem ama, ben güzel insanlarla sık sık karşılaşıyorum…
Sporun güzelliklerinden midir, yoksa benim şansıma mı? İşte orasını bilemiyorum…
Sporun dostluk, sevgi, saygı, güzellikler ve fair play olgusuyla dopdolu olduğunu yıllardır biliyor ve söylüyorum… Bu konuda da iddiacıyım!..
“Fair Play” Türkçe’mize giren ve yerleşen uluslararası bir kelime.
Fair-Play’in sözlük anlamına şöyle bir göz gezdirecek olursak bakın neler yazılıyor:
“Fair Play ya da dürüst oyun, sporda kurallara uymaktan da öte belli bir davranış tarzını sergileyen bir terim. Rakibe saygı ve ona fizyolojik ve psikolojik açıdan zarar vermeme özentisidir. Rakip, bir düşman olarak değil, oyunun bir parçası olarak görülür ve yoğun mücadelede bile rakibin onuruna saygı duyulur. Fair-Play, oyunda hileye ve şiddete başvurmamak anlamına da gelmektedir.
Fair-Play’in başlıca kuralları şöyledir:
Oyun kurallarına uymak,
Rakibi oyunun bir parçası olarak görmek,
Oyun koşullarında şans eşitliğini kollamak,
Kazanınca zaferi kötüye kullanmamak, yenilince sonuca ve kazanana saygı göstermek,
Kazananı tebrik etmek.”
Fair-Play, günümüzde sporun dışında çok geniş alanlarda da kullanılmaktadır.
TMOK Fair Play Komitesi’nin üyesi olmaktan ve fair play’e hizmet etmekten de son derece mutluyum. Onurlu bir görevi üstlenmenin de sorumluluğunu taşımaktayım. Bir görev için geçtiğimiz günlerde Yunanistan’ın Çeşme’den de görülen adası Sakız’a günü birlik gittim…
Yazının başlığını da o seyahat sırasında kafama yerleştirmiş, yazıyı özetlemiştim…
Ertürk’ün hızlı feribotunda, çok sevdiğim, benim yaşamımda ağabey, müdür, temsilci, dost, arkadaş olarak yeri bambaşka olan, çok da değer verdiğim ancak son zamanlarda aramayarak ayıp da ettiğim asker arkadaşım Nedim Demirağ’ı görmenin mutluluğunu yaşadım… Hürriyet Gazetesi’nde birlikte görev yapma onurunu yaşadığım Nedim Demirağ, işte o başlıkta bahsettiğim “Güzel insan”lardan birisi…
Onun hayata bağımlılığı, kibarlığı, arkadaş ve dost canlısı, insanlara bakış açısı, yardımseverliği, kalpten sevgisi, ölümcül hastalığın bile üstesinden gelmesini başarmasında en önemli rolü oynadığına inanıyorum…
Nedim ağabey ile Sakız Adası’na gidiş ve dönüşteki sohbetin keyfine vardığımı herhalde anlatmama gerek yok!.. Cafe Plaza’da başlayan, Hür Holding’te devam eden Hürriyet’te pekişen dostluğumuz askerliği birlikte yaptığımız Burdur’da ağabey-kardeş birlikteliğine ulaşmıştı… Kendisinden gördüğüm iyilikleri şimdi sırası ki; yazmak ihtiyacını hissettim… Ama kaleme almaya kalksam, sayfalara sığmaz...
Bence “Güzel İnsan” Nedim Demirağ…
Karşıyaka fanatiğinden de öte, onun için bir sevda olan KSK uğruna kilometrelerce yolu kuş misali uçup giden Feruz Bozaslan’la yeni tanışmamıza karşın, ondaki enerjiyi keşfetmek fazla zamanımı almadı… Kaf Kaf’ı “Bir hiç uğruna sevmek”ten öte “Ölesiye sevmek” tutkusunda bir aşka çeviren genç Feruz’la keyifli bir seyahat ettikten sonra neden aranan birisi olduğunu anlamakta gecikmedim… Öncelikle; Dost canlısı… Yoldaş… Yaşının çok üstünde tecrübeye sahip… Olgunluk derecesine ulaşmış, aile ve okul terbiyesi almış… Kültürlü… Konuşmasını, susmasını, oturmasını, kalkmasını biliyor…
Hani derler ya… “Adam gibi adam…” öyle birisi de; ben biraz daha öteye götüreyim: “Güzel insan…”
“Kırk cihan gezsen nafile… Bir dakikada ne olduğunu anlarsın” misali; Aleksandros Tsatsanis… Babası Türk, annesi Yunanlı. Sakız Adası’nda Türklerin eli, kolu, dili… Sadece tarihi değil, turizm mi, sanatı, gezilecek, gidilecek, yenilecek, konaklanacak yerlerin en iyisini sunan bir rehber… İki oğlu Dionisis ve Lefteri de babalarının izinde… Adaya gelen her Türk’e yardım için nefer gibi hazırlar…
Alex, Dionisis, Lefteri’yi tanımak elbette Feruz sayesinde oldu… Onlar “Türk-Yunan dostluğu” için “bulunmaz hind kumaşı” derler ya… Bu kelime şimdi “cuk” diye oturdu!..
Feruz, adada futbolla ilgili herkese Kaf Kaf çektiriyor… O’nun “haydi” diye komut vermesine bile gerek yok. “Kalimera” (Merhaba) diye seslenmesi yetiyor… Yunanlı tanıdık, tanımadık hemen hemen herkes “Kaf Kaf Kaf… Sin Sin Sin...” diye karşılık veriyor…
“Güzel insan”larla bir arada olmak, insana hayat katıyor değil mi?..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!