Biraz geriye dönerek, 1970’li yıllara gitmeye ne dersiniz?
Elbette bu yıllardan önce doğanlara hitap edecek birkaç satır… Sonrası doğanlar da belki de “ya öyle miydi?” diyebilecek…
O dönemlerde Akhisar-İzmir arasında seyahat edenler çok iyi bilirler ki, Manisa’dan sonra çıkılan yokuşun devamındaki virajların adı Sabuncubeli, en ünlüsü de Alibey dönemeciydi… Bizden yaşlıların anlattığına göre, iki otobüs karşı karşıya geldiğinde birisi mutlaka geniş bir alanda diğerinin geçmesini beklermiş… Daha önceleri de, belki abartı gelebilir ama araba yokuşu çekmeyince çoğu yolcuları indirirler, arabanın yanında yürütürlermiş…
Otobüsle Akhisar’dan, şimdi Akhisar Belediye Binasının olduğu alandaki garajdan yola çıktığımızda o dönem şartlarında gidiş geliş olan tek yoldan Manisa’ya kadar rahat gelirdik de, Manisa’nın içindeki garaja girdiğimizde yine de derin bir nefes alırdık... Gerçekten sonrasında sıkıntı basar, Sabuncubeli’ni geçerken adeta başım dönerdi… 4. Saatin sonunda İzmir’i gördüğümüzde rahatlar, Bornova ağaçlı yoldan Basmane Garajına doğru ilerlerken sağlı sollu ağaçların heybeti içimizde sanki çiçekler açardı… Sonra şehir içi trafiği ve Basmane Meydanındaki garajda otobüs egzozlarından çıkan dumanla hafif puslanan hava… Alt kata girersen yandık… Üst kattan gökyüzünü gördüğümüzde mutlu olurduk!..
Merak ya… Bir seferinde saat tutmuşum. Yolculuk 4 saat 22 dakika sürdü. Hiçbir zaman 4 saatin altına düştüğünü görmedim, 95 kilometrelik Akhisar-İzmir yolculuğunun… Şimdilerde, otobanda ver parayı, bas gaza… 15-20 dakikada Akhisar’dasın!..
Bu anılar; 1960 yılların sonları, 70’li yıllardan kalanlardan…
Sabah otobüsüne bindiğin an, 17.00’deki son otobüsün dönüşünü yakalayabiliyordun… Yoksa 8 saatlik yoldan arda kalan zamanla sadece Konak Meydanı’nda saat kulesini görebilir, belki Atıf’ta bir çay içebilirdin…
Kemeraltı’nın hareketli dönemi gibi, Fevzipaşa Bulvarı tam bir alış veriş merkeziydi. Cadde boyu sıralanan dükkânlar dolup dolup boşalıyordu… Daha sakinlik isteyenler Gazi Bulvarı’nı tercih ederdi… Fevzipaşa Bulvarı’nda dükkânlara baka baka Konak Meydanı’na gitmeye kalksan, Manisa-İzmir arası gibi zaman alırdı…
Üniversite için İzmir’e gelip de burada hanım köylü olarak Karşıyaka’ya demir atmama karşın, geldiğim yeri asla unutmadım… Unutamam da… Çocukluk günlerimden bu yana Akhisar-İzmir arasında gidiş-dönüş yapıyorum.
Altı Eylül İlkokulu, Ali Şefik Ortaokulu, Akhisar Lisesi (yarım dönem) sonrasında Akhisar Endüstri Meslek Lisesi… Gençlikspor’da Camcı Özcan’ın (Namlısoy) ilgisiyle basketbol takımı kurmamız… Spor Salonunun resmi açılış günü salona ayak basan ilk basketbolcu olmak gibi bir onur… Akhisarspor’da forma giymem, kuruluş aşamasında tüm resmi evraklarını yazmam… Yaşım tutmadığı için kurucu listesinden çıkarılmam… Avukat Yüksek Keskin’in bürosundaki (yan odası aynı zamanda Ekspres Gazetesi bürosu) gazetecilik dersleri almam… Birtan Taşkınlar ile özellikle çarşamba günleri Şadırvan’In karşısındaki meşhur Köfteci Ramiz’nin daracık bulaşıkhanesinde tabakları yıkamam… Futbol oynadığım Akgünspor’un üst katta yeri olan Kasapoğlu Kahvesinde müdür Mehmet Emin Sapmaz, Gençlikspor ve sonrasında Akhisarspor’da Kara Refik (Demirel) ve Ringo Veli’den (Erkmen) spor yöneticiliğinin püf noktalarını öğrenmem… Okul bittikten sonra yaz aylarında tuğla ve kiremit fabrikasında çalışarak hayatın gerçeklerini görmem…
Dahası da var… Deve ve pehlivan güreşleri, sinemada nohut çekirdek, gazoz, pazarda ayran ve milli futbolcu, ardından Akhisar Gençlik Spor Müdürü ve Manisa GSM şube müdürü olan Ali Yüksel Bedre’nin bakkal dükkânının önünde manavlık yapmam…
Gar, Şehir ve özellikle de belediye gazinolarının dili olsa da bir anlatsa…
Ağabeylerin yanlarına alarak yaz aylarındaki Erdek’teki çadır kampları… Tuğrul ağabey (Başarır) az mı bize kol kanat gerdi… Kapı komşuluğu yaptığımız dönemde kardeş gibi büyüdüğümüz Sadullah Kirazaldı ile dönemin fakir babalığı yapan dedesi Zogo’nun gazetelere gün aşırı haber olan Türkiye’nin en ucuza yemek yenilen lokantasındaki anılar…
Haldun Akyüz’ün manifatura dükkânındaki haber yazarken heyecanım, belediyede yazı işleri ve nikâh memuru Ahmet Cevdet Sıdal’ın haberlerine fotoğraf çekmem… Turhan Narler-Ferhan Özcan’ın Akhisar Haber Gazetesi ve Matbaasında başlayan meslek aşkım, transferle Kadri Lafcıoğlu’nun Akhisar’ın Sesi Gazetesi-Matbaasına geçmem… İbrahim Macana başta olmak üzere matbaa emekçileri ile kurduğumuz inanılmaz dostluk ve kurulan Matbaagücü’nde forma giymem… Dayım Hüseyin Sengel’in bakkal dükkânında çıraklık…
Anıl Saçkırk ile çocukluk günlerimiz, Şarap Ali’nin babasının tek tekçi dükkanı… Büyük Sinemada Kibariye’ye sandalye üzerine çıkararak şarkı söyletmemiz… Emin Macana’yı Amerika’dan dönüşündeki karşılamamız… Kiti Mustafa, Recep Başer… Of!.. Hangi birisini yazsam… Birini unutsam çok ayıp olacak diye şimdiden içim içimi yiyorum…
Kessem mi yazıyı diyorum ama yine de yazıyorum! Hepsini bugün olmasa bile kitabımda yazacağım…
Adem Korkmaz’ın İstasyon Sahasındaki unutulmaz golü, omuzlarda Bursa Pazarı’na kadar getirilişi. Sonrası İzmir’de devam eden dostluğumuz, Halil İbrahim Doğan, rahmetli Abidin Eryüksel ve İbrahim Tuş ile Kordon'daki “Remzi Baba”da Akhisarspor sohbetleri… Turgay Meto’lu yeşil siyah günler… Transferlerde çektiğim çileler!..
Hoca Mehmet (Harlaker), kaptan Sefer, Berber Halil, Naim ve diğerleriyle Akgünspor unutulur mu?.. Hele Akif Başaran ile yan yana futbol ve basketbol oynamam… Şimdiki nikâh memuru Taner Üzümcü’nün kaleciliği… Çocukluk günlerimden bu yana dostluğumuz devam eden, aynı mahallede büyüdüğümüz Ufuk Merde… Kardeş gibi büyüdüğümüz kuzenlerim Sait, Mehmet Sengel…
O kadar çok anı var, o denli hareketli bir yaşam… Öyle değil mi, Cihan Okan?..
En büyük şansım. Büyüklerin yanında yetişmem. Küçüklere ağabeylik yapmam…
Elbette sporculuğun yanı sıra muhabirlik etkisi inanılmaz… Düşünün siz; şimdi randevu alamadığımız makamlara çocuk yaşlarında çat kapı girer, sohbet eder olayları kelimesi kelimesine öğrenir, haberi ilk ağızlardan yazardık!.. Düşünüyorum da; Biz gazetecilik yapmışız…
Maçı “dört dörtlük” yazmak, okuyucuna en iyisini sunmak için soyunma odalarının önünde nöbet tutar, taktikleri öğrenmek için bin bir takla atar, devre arasında kapılarda yatardık!..
Şimdiki meslektaşlarım, internet kurdu oldu!..
Günümüzde; hava soğuk veya sıcak… Evden çıkmayan ünlü (!) spor yazarları TV karşısında ahkâm kesmeye devam ediyorlar… Elbette şu sıralar statlarda, salonlarda seyirci yok… Olsa da ne olacak… Zaten giden gazeteci de bir elin parmakları kadar… Sağdan sağ; aynı… Soldan say rakam değişmiyor… Onların orada olma sebebi de eminim ki; takım tutkusunun ağır bastığındandır!..
Hiç unutmam… Akhisar’da olduğum dönemlerde İzmir’de gazetelere maçı haber veya sonuç olarak vereceğim. PTT’de 5 saat “Basın ödemeli yıldırım telefon” beklediğimi hatırlarım… Evde rahmetli annem ve babam öyle telaşlanmışlar ki, beni aramaya çıkmışlar. En sonunda PTT Binasında telefon memurunun karşısındaki bankta otururken bulduklarında “Oh şükürler olsun” dediklerini bugün de hatırlıyorum… .
Bizdeki meslek aşkı böyleydi… O günlerde başladı, bugünlerde devam ediyor…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!