Yenmek veya yenilmek. Üçüncü olasılık da beraberlik. Sporda var olan kutsallar… Kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğu bu eğlenceye ne yazık ki son dönemlerde siyaset, ardından bahis de eklenince içine edildi!..
Bunların neler olduğunu yazmamıza hiç gerek yok. Sporun içinde olanları bırakın, kıyısından köşesinden bulaşanların bile ezbere bildiği konular.
Spor geniş kapsamlı bir kavram…
“Neleri içeriyor” dediğinizde, bazen anlatılması da uzun zaman alıyor. Doğru yapılan sporu anlat, anlatabildiğin kadar…
Art niyet sezdiğin zaman söylediği söz oluyor; “Bazen düşmanı dışarıda aramaya hiç gerek kalmıyor” diye...
Düşman, dost bildiğin... Yanında, burnunun dibinde.
Bazen de; seninle omuz omuza çarpıştığını gördüğün, “asla zarar vermez” dediğini bile gizli düşman olduğunu zaman içinde, bir yerlere geldiğinde görüyorsun… Hele onun geçmişini biliyorsan, o zaman da çıra gibi yandın!
Nedeni; o bildiklerini başkalarının bilmemesi… Kurduğu hayalle anlattığı “Yalan dünya”sına inandırdığı insanların, senin söylediklerine itibar etmemesi…
Böyle bir algı operasyonu yaratanlar gününü kurtarmaya bakarken, hep geleceğe yatırım yaptıklarını zannediyorlar. Unutmasınlar ki; onların içine sığındığı kale, çocukların deniz kenarındaki kumsalda yaptıkları kum kaleden hiçbir farkı yok. En ufak dalgada yok olup gidecektir. Bu unutulmasın!..
Bir amaç uğruna yola çıktığında; yüzüne gülenler, “Helal olsun sana” diyenler, geçmişte kendilerine yapılanların öcünü alacaklarını asla unutmasın!
Derler ya; “Yapma bulma dünyası” diye.
Victor Hugo’nun sözünü burada hatırlatmak doğru olacak:
"Hayatta kimseye güvenmeyeceksin demek saçmalıktır inan. Ama kime iki defa güveneceğini hesaplamalı insan."
İşte o gün, bugün…
İnsanı iki kez asla kandıramazsın… Zaten kanarsa adam değildir!
Konuyu yine spora getirecek olursak, sporun içinde böylesine yaşanan olayları bizler ezberledik. Ama sizi bilemem…
Antrenör, teknik adam, başkan, yönetici…
Hatta malzemeci, sağlıkçı bile çoğu zaman yukarıda örneğe tıpatıp benzer…
Sporun içinde var olan gerçek, taraftarın saf ve temiz duygusudur…
İşte onlar hiçbir menfaat gözetmeksizin sevdasına ölümüne tutkundur…
Kazandıklarında sevinç, kaydettiklerinde hüzün gözyaşı dökenlerin sezon sonundaki en büyük menfaati takımının şampiyonluğudur… O da; trilyonlardan değerlidir…
Ama yönetici öyle mi?
Koltukta oturup, şeref tribününde, medyada boy gösterip reklamını yaparken “Kulübüne ölümüne tutkun” pozlarını objektif ve kameralar karşısında verirken adeta mutluluk dağıtır…
Madalyonun tersinde ise; yöneticiliği bıraktığında önce temlik koyup, “TL” verdiğini yabancı para olarak ister… Çok gördük, duyduk, yazdık!
Vermediklerini vermiş gibi “alacağım var” diye feryat edenler, koltuktan düştükten sonra, bırakın kulübün, kentin adını ağzına almaz, semtine uğramaz…
Bazıları da adeta düşman kesilir. Kaydettiğinde neredeyse lokma döktürecek kadar kin güder. Kazandığında da hüzün basar, başına ağrılar girer!..
Bunlar sporun içinde var olan, kulüpçülükteki gerçekler…
Bazıları da yönetime gelir gelmez, “enkaz devraldık” edebiyatına sığınıp, gelecekte yaratacağı hüsrana önceden kılıf hazırlar…
Hele, kurulu düzeni bozmaya çalışan başkan ve yöneticiler yok mudur?
Pes doğrusu!
Uzun yılların emeğini bir anda yok etmenin mantığını herhalde bildiği bir şey vardır demekte geçiştiremeyiz… Amaç spora hizmet değil, tamamen reklam kokmaktadır. Hele hele “Benim şirketimin yanına hiçbir reklam gelemez” demek egonun tavan yaptığının resmidir…
Unutmayın her şeyin bir bedeli vardır. Spor yapılan hataları, özellikle de kasıt varsa asla affetmez… İntikamını da bir gün mislisiyle alır…
Sporda vefanın daha da fazla olduğunu son zamanlarda gördüğümüzü söylemeliyiz. Camiasına hizmet eden her kim olursa olsun, onun adının gelecekte anılması, unutulmaması bir kadirşinaslık örneğidir. Bunun önüne geçmek, yok saymak ise tamamen duygusallıktan öte kıskançlık ve vurdumduymazlıktır…
Bunlardan ders çıkarmak çok önemlidir.
Yönetici her nerede olursa olsun dik durmalıdır. Omurgalı olmalıdır. Boynunu bükmemeli, büktürmemelidir.
Uzun yıllar koltukta oturup da, etliye sütlüye karışmamak, her istediğini elde etmek. Yardım isteyenlere “Tamam” dedikten sonra “Vallahi yapmadılar. Benim elimden hiçbir şey gelmiyor” demek bir cevap değil, ikiyüzlülüktür...
Bazıları da vardır ki; arkasından söylemediğini bırakmadığıyla yüz yüze gelince “Canım benim” diyerek kucaklar…
Bunlara da bukalemun (en önemli özellik ayakların, dilin ve gözlerin alışılmadık biçimleri ve renk ile deri değiştirme özelliği olan bir cins kertenkele) denir…
Bu arada yazının kahramanı olmamakla birlikte, hiçbir kulüp başkanı, yöneticisi veya sıfat taşıyan herhangi birisi örnek ve konu değildir. Bu yılların getirdiği tecrübe sonucunda birikimlerden ortaya çıkan bir genellemedir. Yanlış anlamalara meydan vermemek açısından da bunu açıklamalıyım…
Biz sporun güzellikleriyle yoğrulmak, güzel insanlarla bir arada bulunup yürümek ve kulüplerimizi de doğru, dürüst, daha ileriye götürecek, hesap kitap yapmayan, kentine, mahallesine, takımına aşık insanların yönetimlere gelmesini yeğliyor ve destekliyoruz. Bu nedenle de varsa böyle insanların artık aramızdan çekilmesini istiyoruz…
Taşıma su ile değirmen ne kadar dönerse, günü kurtarmak için yönetici veya başkan yapılanlarla işler hep ters gider… Önceleri güllük gülistanlık gösterilenler sonra hazin sonla tanışırlar. Buna tarihimize baktığımızda çok kulüp enkazına rastladığımızda hüzünleneceğiz ama iş işten geçmiştir…
Konu uzun…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!