Albert Einstein “Dansöz olun. Her devrin adamı olun demiyor tabii ki!..”
Ne yazık, yaşadığımız dünyada dansözlük mesleğine leke düşüren “Her devrin adamı” olanların sayısı menfaatlere göre değişim gösterebiliyor. Soruyorum size, bu tipler dünyaca ünlü Nobel Fizik Ödülü sahibinin sözünü dinler mi?
Bunlar, günün gelişmelerini fırsata çevirerek bir şeyler kazanmanın hesabını, kitabını öyle güzel yaparlar ki; inanamazsınız… Üstelik de, bunu bileni bırakın, tahmin edebileceklerini bile her türlü oyunla saf dışı bırakmanın yollarını ararlar. Bulamaz ve hiçbir şey yapamazlarsa çamuru atarlar, izi mutlaka kalır diye!
Ama yemezler!..
Belki bugün bazı önemli yerlerde olanlar tuzağa çok çabuk düşüyor. Gerçeği bilenler ise kıs kıs gülerek Peyami Safa’nın sözünü fısıldaşıyor: “İyiler kaybetmez ama kaybedilir...”
Kimisine göre “Her devrin adamı olacağına, her dönem adam olmak o kadar çok önemli ki…” Bunu en son sosyal medyada bir paylaşımda okudum. Kimi kastettiklerini üç aşağı, beş yukarı tahmin edebiliyorum.
Konu ne zaman buraya geldi, bunu da nereden çıkardın demeyin. Unutmamamız gereken bir gerçek var. Elli yaşından sonra harfleri yakından seçemezsiniz ama dönen fırıldakları uzaktan bile anlarsınız.
Bu kadar basit…
Nazım Hikmet’in sözünü hatırlatmak istiyorum: “Unutma; her gelen sevmez. Ve hiç bir seven gitmez.” O nedenle bu kutsal topraklara her ne iş için gelen olursa olsun, bu sözü asla unutmasın.
Bizim sevdamız; gitmemekten yana… Bir kez daha söylemekte sakınca yok: “Biz hancı, onlar yolcu…”
Kim ne derse desin… Kim olursa olsun… Başkalarından yalanı değil, bizden gerçeğini öğrensin!.. Tek kelimeyle: Cesaretle sorsun… Korkmasın, doğruyu bilsin!..
Şu günlerde konuşulacak konular bunlar değil. Asla da olmamalı. Bırakın kenti, ülke, dünya büyük bir kara bulutun içinde… Ne kadar süreceğini bilen bile yok! Bundan acı ne olabilir?
Bu tabloya rağmen bir kesim var ki; “Maçlar seyircili oynansın” diye feryat ediyor…
Bir kesim de “yatak yok. Hastaları ne yapacağız” diye gözyaşı döküyor…
Bugünkü fotoğraf bu…
Elbette mekânı kapatılan, ekonomik kriz içinde ne yapacağını bilemeyen emekçiler bardağın diğer tarafı… Evde ekmek bekleyen bebelere… Eşe, çocuklara bu durumu nasıl anlatacağız?..
“Baban işsiz kaldı” demek o kadar kolaysa, gel sen söyle!..
Her kafadan bir sesin çıktığı, hiç kimsenin işini yapamadığı ve o noktaya odaklanmadığı günümüzde varsa yoksa “Nereden ne koparabilirim”
Şu durumu bile fırsata çevirenler var ya!.. Yuh artık!..
Hani derler ya, “Koyun can derdinde, kasap et derdinde…” Durum bu…
Elbette bu kadar karamsar tablonun ışığında, güzellikleri de görmemezlik edemeyiz…
Sağlık çalışanlarımızın büyük özverisi… İnanılmaz sağduyusuna bizim yapacağımız elimizden geldiği kadar yardımcı olabilmek. Hiçbir yaptırım gücümüz yoksa, avuç içlerimizin kızarmasına aldırış bile etmeden alkışlamak… İşte bu bizim elimizde…
Onlar bizi; ailelerini, eşlerini, çocuklarını, annelerini, babalarını, sevdiklerini bir kıyıda bırakarak korumaya çalışıyorlar.
Bizler de aynı şekilde onlara yanıt vermeli ve kuralları çiğnemeden uymalıyız ki, yardımcı olabilelim…
Covid-19 bizleri, +65 olunca daha da kolay, belki de kısıtlamalar sonucunda mecburen evlere bağladı. Oysa evde kalmak bile bulaş riskini ortadan kaldırmıyor. Öncelikle eve sokaktan giren çıkan olmayacak, temaslılardan hiçbir şey gelmeyecek… Mümkün mü?
Falcı değilsin ki, kapıya kadar gelenin, getirenin, getirdiklerinin temaslı olup olmadığını nereden bileceksin?
Ne kadar önlem alırsan al, karşındaki önlemini almıyor, alamıyorsa yanan sen oluyorsun. Aynen trafikte karşıdan gelen tehlikeli araç gibi… Ben kendimi biliyorum ama ya karşımdaki?..
Bu nedenle sadece kendimizi değil, karşımızdakini de düşünmek zorundayız. Bu bir anda küçük bir kar parçasının kartopuna dönüşerek inişine benziyor… Yuvarlandıkça büyüyor, büyüdükçe de önüne geleni alıp götürüyor…
Şimdi bakın, her taraf kıpkırmızı… Yüksek riskli…
Bu dönemde yapılacaklar çok basit: Mümkün olduğundan fazla evde kalacağız…
Mutlaka çalışanları da düşünmek zorundayız…
Bunun içindir ki, uyarılara kulak asmalı “bana bir şey olmaz” demeyeceğiz…
Dedim ya… Güzellikleri unutmamalıyız diye. Pınar Karşıyaka’nın Avrupa’da Kulüpler Birliğine seçilmesi gerçekten kulüp, kent, İzmir ve ülke basketbolumuz için büyük gurur… Karşıyaka Spor Kulübü için onur.
Pınar Karşıyaka, kulüplerin organizasyondaki gelişimi ve Avrupa'daki rekabet ortamının geleceğiyle ilgili temel konuların ele alındığı Kulüpler Birliği'nde temsil hakkı kazandı.
Bu nedir?
Tek kelimeyle Avrupa Ligi’nde yaptırım gücünün olması. Karar verme, karar alma iplerinin elinde bulunması.
Kulüpler Birliği'nde Pınar Karşıyaka'nın yanı sıra AEK, Brose Bamberg, Dinamo Sassari, ERA Nymburk, Filou Oostende, Hapel Bank Yahav Kudüs, Iberostar Tenerife, Nizhny Novgorod, SIG Strasbourg ve Rytas Vilnius takımlarının bulunması da gücün ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor. Bu Kulüpler Birliğine nasıl giriliyor? Öncelikle FIBA Şampiyonlar Ligi'ne katılımda tutarlılık göstermek gerekiyor. Yerel liglerinde olağanüstü performansla başarı sağlaması şart. Birlik, Pınar Karşıyaka da kulüp yapısında görülen iyileşme ve güçlü sponsor desteğini de göz ardı etmeyip kulübü birliğe seçti.
Kim ne derse desin, büyük olay… Türkiye’yi burada Karşıyaka olarak tek başına temsil etmek de büyük sorumluluk taşıyor ama gerçekten övünme hakkı veriyor…
Burada “Yiğidi öldür hakkını yeme” demek ve Pınar’ı, Yaşar Holding’i ve özellikle de Yaşar Ailesini gönülden kutlamak gerekir…
Tao Düşüncesinin kurucusu kabul edilen önemli bir Çin düşünürü olan, Dao De Çing kitabının yazarı Lao Tzu “Başkalarını yenen güçlüdür; Kendini yenen daha güçlüdür!” demiş…
İşte son dönemde Pınar Karşıyaka bunu başardığı için bugünkü yerinde…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!