Bugün; son dönemlerde sık sık rastladığınız, aslında her an olması gereken ancak çeşitli etkenlerle bir türlü başaramadığımız “birlik, beraberlik, iyilikten” konuya giriş yapmak istiyorum.
Şimdi size iki söz aktaracağım.
“İyiliği gizli yapanlar Allah’a inananlardır.” Bunu, asıl adı “Honore Balssa” olan, ancak ismini “Balzac” olarak değiştirip, “De” ön takısını ekleyen Fransızların ünlü yazarı Balzac söylemiş… Yazarın yukarıda belirttiği sözü ne kadar anlamlı değil mi? Hatta tek kelimeyle mükemmel…
Bir diğer söz ise; Alman yazar, filozof, gazeteci ve Alman Edebiyatının ilk önemli eleştirmeni, “Aydınlanma Çağı”nın önde gelen temsilcilerinden Gotthold Ephraim Lessing’den… Bu neymiş? “Kim ettiği iyilikle çalım satarsa onu geri almış demektir.”
Anlamlı sözlerin ikisinin de ana fikri aynı. Yazarlar iyilikten söz etmiş…
Şimdi size soruyorum: Bugünlerdeki (ve/veya çok az geçmiş aylarda) gördüğünüz fotoğrafa hangi söz yakışıyor?
Yaptığı iyiliği kalbine gömen, sürekli karınca kararınca insanlara yetişmeye çalışan, bunları deklere etmeyenler mi?
Yoksa desteğini yaparken, yapmış görünürken, duyurulmasını isteyerek ön plana çıkanlar mi?.. Üstelik verdikleri pozların haddi hesabı da yok!.. Yanında fotoğrafçı, kameraman, özel kalem müdürü veya danışman taşıyanlara ne demeli?.. Hele bir de attığı zaman mangalda kül bırakmayan sahte kabadayılık yapanlar? Ah, onlar yok mu?..
Fotoğraf çekenlerin gözünün içine baka baka iki üç malzeme verip de, “ülkenin dört bir yanına yolluyoruz” havası atanları kime havale edelim? Adamın söylediği rakamla, ürettiği sayı arasında dağlar var. Ağzından çıkanı ömür boyu, en az on beş imalathane daha kursa bile üretemeyecek! Toptan alıyorsa da, abartının böylesine söylenecek tek kelime bile yok!.. Varsa da “Yuh”tur!..
Bile bile lades yapanlara rastlamak olası. Bilinçli kesim harekete geçecek, belki de geçiyor ama; adamın ağzı torba değil ki, büzesin!..
M.Ö. 1. Yüzyılda yaşamış Hint bilge ve fabl yazarı Beydana’nın yaşadığı dönemdeki ünlü sözünü hatırlayalım mı?..
“Bir dana binlerce inek arasında kendi annesini nasıl seçip bulursa, insanın yaptığı iyilik ve kötülükler de eninde sonunda gelip onu bulur.”
Yukarıdaki örnek verdiklerimiz ve kulakları çınlayanlara…
Fab’ın ne olduğunu bilenler bilir. Bilmeyenlere: “Daha çok nazım, yani şiir şeklinde yazılan, insan dışındaki canlı ya da cansız varlıkların konuşturma, kişileştirme sanatları kullanılarak ibret verici şekilde anlatıldığı hikâyelere fabl denir. Fabl türü denilince dünyada akla gelen ilk yazar La Fontaine'dir.”
Şimdi bir moda türedi. Bizim yıllardır sessiz sedasız yaptığımız iyilikler gibi…
Bu kez yapanlar, adını, sanını, firmasını, şirketini… Daha da önemlisi başkanı olduğu STK’yı ön plana çıkarıyor ki, adı daha çok geçsin, kendisi de prim yapsın!.. Yapacaksan, dağıtacaksan, vereceksen hiç kimse mani olmaz, olamaz… Yap kardeşim. Hem de daha fazlasını… Ama kimse duymasın. Örnek mi olmak istiyorsun? İyilik mi yapmak istiyorsun? Bu işin de bir örf ve adabı var…
Bir de bunlara çanak tutanları es geçemeyeceğiz… Onlar ayrı hikâye! Bazıları yağdanlık, bazıları emir kulu!.. Kim olursa olsun, etrafında dört dönerek, ellerini ovuşturarak “Çok yaşa padişahım” misali her devrin adamları yok mu?.. Yağ çektiği adam koltuktaysa “En büyük, en iyi, en kral” Koltuktan düşsün bak. İlk tekme de ondan!..
Zannetmeyin spor dünyasında bu tip olaylar olmuyor? Bal gibi oluyor. Adam kulübün başına lüks otomobil ile geliyor… Reklamını yapıp aynı şekilde geri vitese takarak gidiyor…
Verdiği para var mı? Var…
Peki, o parayı bağış makbuzu karşılığı mı veriyor? Hayır…
Giderken alıyor mu?.. Elbette… Hem de kuruşuna kadar, bazen de faiziyle… Mutlaka sezon içinde gelen paralarla tahsil ediyor. Edemese bile sonrasına da temlik koyuyor.
Sonuç: Kulüp borç batağında ve bir alt ligde… Bey efendi ise tanınırlığını sağlıyor, parasını alıp lüks yaşamına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor…
Böyle insanlar, yöneticiler, başkanlar varken bardağın boş tarafı gibi dolusuna da bakmalı… Ortada reklamsız, kulüp sevdası, renk aşkı olanları asla ve asla unutmamalıyız…
Mazhar Zorlu, Rasih Öztürk, Candoğan Sakaoğlu, Rıdvan Burteçin, Erol Özışıkcılar, Bedii Tuaç, Esin Özgener, Petev Molay… Ve diğerleri… İzmir Futbolunun unutulmayan, unutulmayacak başkanları… Hepsine Allah rahmet eylesin. Yaşayan bu tip başkanlara da uzun ömür versin…
İzmir’de, Ege’de, Türkiye’de pek çok böylesine “reklamsız spor aşıkları”nı duymak, bulmak, görmek olası…
Bazıları da kulübün hamisi olur, Selçuk Yaşar gibi…
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’u görüyorsunuz. Sponsor bulamadığı an kendi firmalarından birisini “kulübün belirlediği ücret”le bütçeyi denkleştirmeye, amatör sporları yaşatmaya çalışıyor… Soruyorum size, reklama ihtiyacı var mı?..
Yunan stoacı filozofu duydunuz mu? Muhtemelen Hierapolis, Frigya'da köle olarak doğmuş. Kuzeybatı Yunanistan'daki Nicopolis'e sürülene kadar Antik Roma'da yaşamış, hayatının büyük bölümü Nicopolis'de geçmiş ve orada da ölmüş.
Kimin kısa yaşam öyküsü bu biliyor musunuz? Epiktetos… Onun şu sözüyle noktayı koyalım:
“Güneş, ısı ve ışığından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez, sen de güneş gibi ol ve beklenilen iyiliği senden istenilmeden yap.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!