Her an başımıza gelebilecek “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye başlayan söz…
Böyle hoş olmayan sohbetin arkasından ne çıkacak diye çok merak ediyor musunuz? Gerçekten bu kim?
Dese ki; “Fatih Terim, Mustafa Denizli, Sergen Yalçın…”
“Hadi oradan” cevabını verirsiniz… Sonra da, “Bu akıl noksanı” diye düşünürsünüz. Bu isimleri bırakın spor dünyasını, cümle âlem de tanımayan yok!
O zaman soralım bakalım: “Sen kimsin?”
İşte bu sorunun cevabını almakta zorlanan o kadar çok insan var ki!
Sadece söylenen ve her sıkıştığında kendine güç olarak vermeye çalıştığın süs “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sözü oluyor…
Karşısındakini sıkınca da, adam veya kadın patlıyor: “Kim olursan ol!..”
Bir de “Benim arkamda kimler var!” tehdidi…
Kim var, söyle bakalım?
Sırası gelmişken Nasrettin Hoca’nın filler hikâyesini aktarayım:
Timurlenk Nasrettin Hoca‘nın bulunduğu şehre, bir fil hediye etmiş. Fil, şehirde bağ, bahçe ne var ne yoksa silip süpürmüş. Bununla kalsa iyi, şehirdekiler fili beslemek için ambarda, kilerde ne varsa tüketmişler. Bakmışlar ki böyle olmayacak, şehrin ağaları Hoca’ya gelerek: “Aman hocam, nedir bu filden çektiğimiz, hünkâr seni dinler. Hünkârla konuş da şu fil belasını başımızdan alsın.”
Hoca sakalını sıvazlar, bir yol düşünür: “Hep beraber gidelim Timur’a, bu fil başımıza dert oldu, geri almanızı rica ediyoruz, diyelim” der.
Hoca önde, ağalar arkada, huzura çıkmak için yola düşmüşler. Otağın kapısına gelindiğinde hoca, durumu tekrar görüşmek üzere arkasına döner bakar ki, ne görsün… Ağalardan eser yok, in-cin top oynuyor… Herkes kaçmış…
İşte burada “Sen benim arkamda kim var diyenlere” bu hikâye “Cuk” diye oturuyor…
O nedenle hiç kimseye güvenip de arkandakilerden söz etme…
İsterseniz, hikâyeyi bitirelim:
Hoca, “Ben yapacağımı bilirim, hem söz verirsiniz hem de kaçarsınız ha!” der.
Timur, Hoca’yı huzuruna kabul eder: “Hayırdır Hoca, yine ne istiyorsun?”
Hoca: “Devletlim, şehrin ağaları beni size ricaya gönderdiler. Bize hediye ettiğiniz fili bizimkiler çok sevmişler, filin yalnızlıktan canı sıkılıyormuş, ferman buyurursanız yanına bir de dişi fil isterler.
Timur: “Hay hay!.. Ne demek hoca var git müjdeyi hemen ver” der.
Nasreddin Hoca, otağın kapısından çıkınca, ağalar hemen hocanın etrafını sarar: “Müjde bekleriz Hoca, fil ne zaman gidiyor?”
Nasreddin Hoca; “Alın size müjde, dişisi de yarın geliyor…”
Bizim başta sporumuzda olmak üzere yönetimlerde bu hikâyeyi yaşayanlar o kadar çoktur ki, say say bitmez…
Sadece yönetimlerde mi? Birlik, beraberlikten söz edilen toplum hareketlerin çoğunda bu olayı yaşamak olasıdır. Hep lider konumundaki kişilerin eline bırakılan bomba ya patlar veya da müsait bir yere bırakılır.
Bugün derneklerle yönetilen spor kulüplerinin, özellikle de amatör olarak tabir ettiğimiz, genelinde de futbol takımları olan kulüplerde cesur ve spor aşkı olan kişiler hep yalnız bırakılmıştır. Bu böyle devam eder mi?
Soru bizden, cevabı da verelim: Düzen değişmediği sürece aynen…
Büyük bir iştahla yönetime “Bu işler benim için çocuk oyuncağı” diyerek girenlerin bir süre sonra kulüplerdeki gelir-gider dengesizliklerini (gelir yok, gider çok) görmeleri, üstüne üstlük; ilgisizlik fakirliği, “boş ver onları” söylemleri, semt ve mahalle duyarsızlığı etkin rol oynadığından yine arkana baktığında sıfıra var elde sıfır!..
Derler ya; “Ya bu deveyi güdeceksin. Ya da bu diyardan gideceksin…”
Bir avuç fedakâr ve cefakâr futbol adamı, spor âşıklarının “can suyu” ile hayat bulmaya devam eden kulüplerimizde ekonomik sıkıntı acaba ne zaman bitecek?
Sadece amatörlerde mi? Asla!
Bakın Türkiye’nin en üst ligindeki takımlara, milyonları peşinde kovalayan ve uğruna kan dökülen kulüplere borçları sınırları aştı… Onların yanında amatörlerinki “Devede kulak” da değil, davul-zurna çalınan yerde sivrisinek zırıltısı… Duy duyabilirsen…
Fedakârlık isteyen işler elbette vardır. Bunlar kendi işindeki çalışma, kamudaki görev, şirketteki pozisyonun, vb. “Ekmek parası kazanma” uğruna olur…
Böyle insanlar yok mu?
Çok!..
Şimdi saysak satırlara sığmaz…
Ülke genelini ele almayalım. Ünlü yazarlarımız zaman zaman kaleme alıyor ve onların hakkını veriyor. Ama kıyıda köşede kalan ancak yaptıkları işlerle kalplere sığmayan, gönülleri feth eden o kadar çok İzmirli var ki…
Hep yaşadığım yörenin savunucusu olmuşumdur. İnsanlar yaşadığı kente ne kadar çok sahiplenirse o denli yaşamın kalitesinin artacağı görüşündeyim. Israrla da bu fikrimin arkasında dururum.
Benim her gün selam verdiğim, merhabalaştığım, görmediğim an merak ettiğim o kadar çok dost var, anlatamam…
Bazılarını bir adım öne koyarsınız. Mutlaka size bir kez dokunmuştur… “İyilik olsun” düşüncesindedir, onlar… Elbette karşılık da vermek gerekir.
Spordan tutun da kültür, sanat, müzik, ekonomi, siyaset… Her birinde aktif olun veya olmayın dostlarınız vardır… Size birkaç örnek vermek istesem, aklıma gelen isimlerden hangi birisini yazsam acaba? Yazdıklarım “yazmasaydın” diyecek biliyorum. Ya yazamadıklarım gönül koyacak mı? İşte onu bilemiyorum…
En iyisi nedir? İsim vermemek!
Aslında “Yiğidi öldür hakkını yeme” derler. Bizdeki felsefe bu… Zamanı gelince yazı konusu yapacağımız dostlarımız olması gerekir diye düşünmeden edemiyorum.
Bugünlerde konu dönüp dolaşıp Karşıyaka futbol takımına geliyor. Diyorlar ki; “Maden transfer yasağını açacaktınız. O zaman neden böyle bir takım kurdunuz?”
Biz kurmadığımıza göre, bunun muhatabı kesinlikle takımı kuranlar ve ona (veya onlara) o yetkiyi verenler olmalı. Çıkıp açıklama yaparlarsa biz de öğrenmiş oluruz. Bu konuda bilgi kirliliği de otomatikman temizlenir.
Karşıyaka Spor Kulübü bugün profesyonel olarak nitelendirilen mücadele ettiği futbol, basketbol ve voleybol liglerinde basketbol ile voleybolda yakaladığı başarıya neden futbolda ulaşamıyor? Bunun nedeni ayrılan bütçe, şube yönetimi veya teknik kadrolar mı? Üç bilinmeyenli denklem gibi görünse bile nedenini bilenler biliyor. Çünkü sorunun cevabı çok basit!
Cumhuriyet ile yaşıt kulübümüzle devam edelim…
Altınordu Spor Kulübü Derneği’nde Sinan Bezircilioğlu’nun başkanlığa gelmesinden sonra camiada futbol dışı diğer spor branşlarında güzel bir hareketlenme oldu. 2014 yılında futbol şubesinin Mehmet Özkan’a verilmesine vesile olduğu dönemin başkanı Halim Bezircilioğlu’nun kardeşi Sinan, efsane kaleci Mümin Kasapoğlu’nun da damadı…
Başkanlıkta beşinci ayına giren Sinan Bezircilioğlu 97 yıllık asırlık çınarı amatör branşlarda da ayağa kaldıracaklarını söylerken, basketbol liginde “İlk şampiyon” unvanını gururla taşıyan “Şeytanlar” bakalım gelecekte neler yapacak?
Güçlü yönetimin yukarıdan saldığı kartopu büyüyerek mi inecek, yoksa bir ağaç dalına takılıp hayal kırıklığı mı yaratacak? Bekleyip göreceğiz…
“Arzu varsa çözüm de vardır” sözünden yola çıkarsak, şu anda yönetimin arzusunu görüyoruz. Çözümleri de varsa; yolları açık olsun…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!