İnsan, yaşadığı dönemin tanığıdır. Yaşadıklarımızın bir kısmı kendi irademizle, bir çoğu da tanıklık ettiklerimizdir. Hayat bir film şeridi gibi akıp gidiyor.
Hayatın; acısına-tatlısına, güzeline-çirkinine, iyisine-kötüsüne tanıklık ediyoruz. Hayatın tatlı, güzel ve iyi yanı hoşumuza gidiyor; acı, çirkin ve kötü olanı bizi ruhsal yönden yaralıyor.
İnsan; toplum ve doğa ilişkisinde, kendi iradesine ve gücüne hakim olabilmelidir. İnsan kendini yönetebilmeli. Akıl ve mantık süzgecinde, olgu ve olayları değerlendirebilmeli. Ne yaşayacağımızı bilemeyebiliriz, ancak yaşadıklarımızı ve tanıklık ettiklerimizi kontrol etme ve yönetme şansımız var.
İngiliz edebiyatının önemli şairi, yazar ve oyuncusu William Shakespeare; “Dünya, büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de bu sahneyi terk eder” diyor.
Hepimizin yaşadığımız dönemde bir rolümüz var. Bu rolü iyi oynamalıyız. Rolünü iyi oynayan kazanır, iyi oynamayan kaybeder. Rolümüzün dışına çıkmak, tiyatro sahnesinin dışına çıkmak gibidir. Fazla rol göz çıkarır. İnsan, yaptığına ve yaşadığına anlam verebilmeli. Anlam veremediğiniz hiç bir şeyin bize ve topluma bir faydası yoktur. Hayat anlamlı amaç üzerine kuruludur.
Sosyal medyada ve gerçek yaşamda travmatik yaşam öyküsü, bilgi ve haberi paylaşılmakta. Travma paylaşan bireylerin çoğu da yaşanılan travmanın ne sanığı, ne de tanığı… Hatta uzaktan ve yakından bağlantısı ve ilişkisi bile yok. Şiddet, taciz, yaralanma, saldırı, dehşet, kaos gibi görüntü ve yazı içerikleri paylaşılarak travmaya meşruiyet kazandırılmakta ve olağan hale sokulmakta.
Bu tür paylaşımların, bireye ne kazandırdığını anlamış değilim. Topluma ne yararı var, anlamış değilim..! Niçin paylaşırlar? Neden paylaşırlar? Paylaşılan travmanın anlamlı bir amacı var mıdır?
Travma; bireyi derinden etkileyen, insan doğasının ötesinde etkileri olan, ruhsal yönden kaygı, korku, üzüntü yaratan bir durumdur. Travma, daha basit anlatımla, zorlu yaşantıdır.
Travmayı yaşamak ve maruz kalmak bizim kontrolümüzde olan bir durum değildir. Birey, bu zorlu yaşantıyı, geçmişten getirdiği deneyimleriyle ve gücüyle aşmaya çalışır.
Travmaya yakalanmak ve travma maruz kalmak doğal bir durumdur. Asıl mesele, insanların durduk yerde ruh dünyalarına ve gündemlerine travma transferi yapmaları. Travma avcılığı, travmabiriktiriciliği yapılarak,travmaseviciliğe giden bir yol açılmakta…
Yaşamadığımız bir travmayı paylaşmak, hatta yaşamış olsak da gereksiz ortamda ve zamanda paylaşmak, toplumun ahlaki ve moral değerlerini erozyona uğratır. Toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ortak bir duygu, düşünce ve davranış alışverişi vardır. Toplumsal ilişkilerin bazı kodları var. Bu kodlar, nerede ne konuşulacak, ne paylaşılacak, hangi davranışlar ortaya konulduğunda toplumla ters düşmeyecek şeklindedir.
Bir toplumun bazı değerleri vardır ki, o değerler çimento gibidir. Toplumu ayakta tutar, bireylerin barışık ve müreffeh biçimde yaşamasını sağlar.Mesela, insanların özel hayatına girilmez. Acısı, sıkıntısı açığa vurulmaz, yarası deşilmez…
Bir yakınınıza geçmiş olsuna ve başsağlığına gidildiğinde; geçmiş olsun dileklerini ve taziyelerimizi sunarız. Hiç kimse; hele olayı bir anlat, nasıl oldu, demez.Travma paylaşmak, bu toplumun gelenek ve göreneklerinde yok.
Travma, bireyin mahremiyetidir, özelidir, gizlilik içerir. Ancak, kendi iradesiye bir uzmana gittiğinde paylaşabilir, bir de bağımsız yargıda olayın aydınlatılması yönünde ortaya konulması istenir.
Peki ya, sosyal medyada travmaları kim neden paylaşır, hakkımız var mı? Travma yaşayan bireyin özel hayatını deşifre etmiyor muyuz?
Bu tür paylaşımlar, toplumu demoralize eder ve edilgen hale getirir. Ruhsal çöküntülere neden olur. Bireyi güçsüzleştirir, yaşama umudunu kırar.
Mevlana diyor ki;
“Güzel bakan, güzel görür.
Güzel gören, güzel düşünür.
Güzel düşünen, hayatından lezzet alır”
Mevlana’nın dediği gibi güzel bakmalıyız..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!