Çocukluk anıları, kişiliğimizde ve karakterimizde derin izler bırakıyor. Çoğu da birer yol göstericilik yapıyor, klavuzluk ediyor, enerji veriyor. Geçmişte yaşadıklarımız, bizim ruhumuzda ve yüreğimizde tortulaşmış yaşam kalıplarına dönüşmekte.
İnsan geçmişi ile fazla yüzleşmemeli. Ama geçmişini, bir hatıra gibi zaman zaman açıp bakabilmeli. Ne zaman canımız sıkıldı, biraz hüzün çöktü, cüzdandan para çıkarır gibi, yüreğimizin derinliklerinden bir çocukluk anısı çıkarıp, baş başa zaman geçirebiliriz. Bir arkadaş, bir dostumuzla çocukluk hatıralarımızı paylaşabiliriz.
Bir yazar; “İnsanların çocukluğunda yaşadığı anıları, yaşam kumbarasıdır” diyor. Hepimizin çocukluğunda acı tatlı çokça anısı vardır. Çocukluğumuzda yaşadıklarımız, bir çok düşünce ve davranışlarımıza temel oluşturmuştur. Kim bilir hangi eylemimizi, hangi kararımızı, çocukluğumuzda yaşadığımız bir olayın içinden süzülüp gelen ahlaki kuralların üzerine inşa ettik.
Geçmişi olmayanın, geleceğe olmaz. Bizi acıtan, canımız sıkan, bizi üzen her anımızda mutlaka güzel bir yan ve hoş bir taraf var. Nereden ve nasıl baktığınız önemli. Çocukluğumuzu çok abartmadan sevmeliyiz, üzerine kişiliğimizi inşa ettiğimiz temelimizdir.
Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU, “İçimizdeki Çocuk” kitabında; Hepimizin içinde bir çocuk vardır. İçimizdeki Çocuk her zaman sağlıklı bir ortam içinde gelişmez. Aile, okul, genel kültür ortamı, çoğu kere çocuğun sağlıklı gelişmesini engeller. Birey bedenen büyür, fakat İçimizdeki Çocuk, psikolojik anlamda sağlıksız ve cılız kalır. İçimizdeki Çocuk sağlıklı olmadan biz yetişkinlerin sağlıklı ve doyumlu bir yaşam gerçekleştirmesi olanaksızdır” der.
Cüceloğlu, bireylerin; hareketli, neşeli, spontane özellikler içeren, bize enerji veren içimizdeki çocuğun yaşatılması ve geliştirilmesi, ruh sağlığımız açısından önemli olduğunu dile getirmekte.
Prof. Dr. Üstün DÖKMEN, “İletişim Çatışmaları ve Empati” kitabında; üç temel benlik durumuna sahip olduğumuzu ortaya koyar. Bunlar; ana-baba benlik, yetişkin benlik ve çocuk benlik durumu. Benlik ise, bireyi, birey yapan kişilik, kimlik, karakter ve kendisinin nasıl gördüğü ile ilgili algısıdır.
Dökmen, “Bireylerin, çocuk benlik durumunu kaybetmeden, yaşatmasını ve büyütmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kaç yaşında olursak olalım, çocukluk yanımızı hiç kaybetmemeliyiz. Çocukluk benlik, bireye yaşam enerjisi verir. Bireyi daha diri, daha dinamik ve daha hayata bağlı kılar” der.
Bende çocuk anılarımı hiç unutmadan ve bir yetişkin olarak içimdeki çocukluğumu hiç kaybetmeden yaşamaya çalışıyorum. Çocukluğum benim, yaşam arzumu ve enerjimi güçlendiriyor. Çocukluğum, benim cehizliklerimdir. Saklarım, korurum, bazen tozunu alır, vitrine çıkarırım. Bu yazımda, çocukluğumdan bir anımı cehizliğimden çıkardım, tozunu aldım, okurlarımla paylaşmak istedim.
Çocukluğumda, arkadaşım Ahmet’in teklifi üzerine kendisine veresiye ceviz sattım, parasını alamadım. Bedelini alamadığım cevizin, daha sonra, Ahmet okuyup mühendis oldu, yanına her uğradığımda, yemek ısmarladı, veresiye cevizin parasını belki on katı çıkardım.
Veresiye Ceviz Sattım; Parasını İstedim..!
Çocukluğum; Kırşehir il merkezinde, bahçeli müstakil bir evde geçti. Bahçemizin bir köşesinde büyük bir ceviz ağacımız vardı. Dalında yaş halinden, kuruyana kadar iki ay yerdik. Mahallede bir bizim cevizimiz, bir de komşumuz Ali Amca’nın vardı. Ali Amca’nın ceviz ağacı daha cılız ve çürüğü çoktu.
Ağacın altından topladığım cevizleri cebime koyar sokakta yerken, arkadaşlarıma da ikram ederdim. Onların da ceplerinde paraları olurdu, bisküvi, şeker alır ikram ederlerdi. Çocukluk arkadaşım Ahmet’e elimdeki cevizlerden ikram ettim. Ahmet cevizleri yedikten sonra;
- Bana veresiye ceviz satar mısın?
* Satarım Ahmet, senin verdiğin parayla bisküvi, şeker alırım.
- Kaç kuruşa satarsın?
* Tanesi 5 kuruştan satarım, beş ceviz 25 kuruş eder.
- Tamam ben beş ceviz istiyorum.
Ahmet, sen burada dur, ben ağacın altından toplar gelirim dedim. Cebime beş ceviz koydum, getirdim Ahmet’e verdim. Ahmet, Hepsini bir cebine koydu.
Ahmet bana dedi ki;
- Cevizler güzelmiş, beş ceviz daha satan mı?
Koştum, ceviz ağacına iki üç taş attım. Düşenlerden, beş cevizi cebime doldurdum, koşarak Ahmet’in yanına geldim, cevizleri bir bir uzattım, Ahmet cevizleri bir bir diğer cebine yerleştirdi.
10 ceviz sattım, 50 kuruş param oldu. Ben de bu para ile gazoz alacağım, bisküvi alacağım. Büyük bir heyecanla, Ahmet’in cebinden çıkarıp 50 kuruşu uzatmasını bekliyorum.
Ahmet, bana dediki;
- Ben gidiyorum, evde kırar yerim,
* Ahmet, cevizlerin parasını vermiyon mu?
- Ne parası? Veresiye satan mı dedim, satarım dedin.
* Ahmet, satın aldığın cevizlerin parasını niye vermiyon?
- Veresiye sattın ya! Elime para ne zaman geçerse veririm.
* Ben parayı şimdi istiyorum.
- Veresiye dediysek, hemen para istenmez.
Ahmet, ben eve gidiyom arkadaş, dedi.
Yanımdan hızlıca uzaklaştı. Arkasından bakakaldım, cevizde gitti, parada yok..! Gün oldu, zaman geçti, Ahmet’e birkaç kez hatırlattıysak da paramızı tahsil edemedik.
Ahmet’in cevabı hazır;
- Veresiye sattın, elime ne zaman para geçerse o zaman öderim. Daha elime para geçmedi.
Dalda ceviz kalmadı, sonbahar mevsimi bile geçti, kışa girdik bizim 50 kuruş gelmedi.
Epey bir zaman geçti, veresiyenin anlamını öğrendim. Bir malın değerini satıştan çok sonra ödemekmiş. Ondan sonra ne Ahmet, bir daha veresiye ceviz almayı teklif etti, ne de ben Ahmet’e veresiye ceviz sattım.
Ahmet, makine mühendisi oldu. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yatırımlar Dairesi Başkanlığı’nda çalışırken yanına ziyarete gittim.
Beni görünce o kadar mutlu oldu ki, çocukluk arkadaşı unutulmaz, çok sevindi.
Hangi rüzgar attı seni buraya, dedi,
Ceviz ağacının rüzgarı attı, dedim. On tane ceviz borcun var, tahsil etmeye geldim, dedim.
Bastı kahkahayı, yav helal et, o cevizler çok lezzetliydi, dedi.
Helal edeceğimde, borcunu hele bir öde helalleşmesi kolay dedim.
Bana bir öğle yemeği ısmarladı, bende cevizleri helal ettim.
Sonra birkaç kez, daha uğradım, her uğradığımda bana yemek ısmarladı. Bizim 50 kuruş yıllar sonra birkaç yemek etti. Ne zaman Ahmet’le karşılaşırsak veya telde konuşsak, şu ceviz hikayesini bir anlat, der. Geçenlerde, yine bir tel görüşmesi yaptım. Yine ceviz hikayesi vardı, sohbette.
Sevgili Ahmet şimdi, Kırşehir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Makine Mühendisi olarak çalışıyor. İnşaat kontrol mühendisi. Bir yaz Kırşehir’de buluşup, cevizin hikayesinin tadını çıkarmak için sözleştik.
Bir düşünür diyor ki; “Çocukluk, insanın yaşam kumbarasıdır” Kumbaradan ceviz öyküsü çıktı. Mevsime de uysun istedim.
Yetişkin olduğumda, ev sattım, araba sattım, asla veresiye satmadım. Hep peşin sattım. Veresiye satıp, parasını ödeyecek mi ödemeyecek mi diye kaygı yaşamadım.
Çocukluk arkadaşım Ahmet, bana; hayatta tasarruflarıma sahip çıkmayı, veresiye satıp riskli satış yapmamayı, veresiye satışların bireyde kaygı oluşturacağını, ödemenin yapılıp yapılamayacağı konusunda düşüncelere dalmadan peşin satmayı öğretti.
Teşekkürler Ahmet, seni şimdi daha iyi anladım. Bilge çocuk kişiliğinle, bana peşin satmayı öğrettin, bana deneyim kazandırdın, kıssadan hisse sundun…
Çocukluğunuzu sevin, siz de çocukluğunuzun tozunu temizleyip, dostlarınızla paylaşın…
Bu yazıyı sevgili Ahmet de okuyacak. Umarım, yorum kısmına bir şeyler yazar.
Hayatın her karesi hepsi bir anlam ve ders içeriyor.
Sevgi ve saygılarımla.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!