Ah...Ah...
Unutmak!...Unutulmak!...
İsteyerek, ya da istemeyerek.
Yaşamımız boyunca, neleri unutmuyoruz ki?
Adına, nankörlük mü, dersiniz?
Vefasızlık mı, dersiniz?
Bencillik mi, dersiniz?
Duyarsızlık mı dersiniz?
Ya yoksa, faydacılık mı, dersiniz?
Ne derseniz deyin.
Ama, bu gerçeği kabul etmek gerek.
İnsanoğlunun özelliği.
Geçmişi, unutmak.
İyi veya kötü. Güzel ya da çirkin.
Olumlu ya da olumsuz.
Değersizlerin yanında, değerlileri de, unutmak.
Aslında;
Bazen, unutmanın yararları da oluyor, mutlaka.
Üzücü konuları, can sıkıcı olayları, kim hatırlamak ister ki?
Hayatımıza, çevremize ve sevdiklerimize zarar veren kişileri,
devamlı hatırlamak, unutmamak, üzüntüleri kronik yapıya,
dönüştürmekten başka ne işe yarıyor ki?
Üstelik, sağlığımızı da bozuyor.
Fakat, yine de, tecrübe kazandırdığını,
ibret alınacak konular olduğunu,
daima, dikkate almak, zorunlu hale geliyor.
Hani;
Hep deriz ya.
Geçmiş, geride kaldı.
Arkana bakma. Önüne bak.
Geleceği düşün.
Köprünün altından, çok sular geçti.
Eskileri unut.
Eskilere rağbet olsaydı, bir pazarına nurlar yağardı.
Hayaller ve gelecek, geçmişten, her zaman, daha değerlidir.
Vesaire, vesaire...Daha pek çok örnek vermek, mümkün.
Peki;
İyi de;
Var olmamızın temeli niteliğindeki, tarihimize, ne diyeceğiz?
İnsanlığın, emek vererek yarattığı ve miras bıraktığı,
paha biçilmez değerleri, nasıl göreceğiz?
Kendi tarihimiz olan, içerisinde, annemizi, babamızı,
anne annemizi, baba annemizi, dedelerimizi,
kısacası, soyumuzu ve atalarımızı, barındıran,
değeri ölçülemeyecek kadar önemli olan,
emeklerini, sevgilerini, fedakarlıklarını, hayatımıza verdikleri,
olumlu katkıları, hangi alana yerleştireceğiz?
Vefat ettiler, aramızdan, bedenen ayrıldılar diye,
bu değerli varlıklarımızı, yok mu sayacağız?
Ya yoksa, minnet ve şükranla mı anacağız?
İşte bu husus çok önemli.
Yaşamımıza, varlığımıza neden olan kıymetlerimizi,
asla, ama, asla unutmamamız, vefa duyguları içerisinde,
hatırlamamız, insani görevimiz olmalı.
Diğer taraftan;
Şunu da kabul etmek lazım.
Tamam. Geçmişteki üzücü, asap bozucu olayları,
hatırlamanın, sağlığımızı bozmaktan başka,
hiç bir yararı yok. Sadece, tecrübe kazandırmış oluyor.
Oluyor da;
Ama, geride kalan değerlerimizi de unutmamak.
minnetle, vefa ile ve hasretle, anmak gerek.
Öyle değil mi?
Fakat;
Yine de ve ne yazık ki;
İnsanoğlu, genellikle, sadece, yaşadığı dönemi,
keyif aldığı zamanı ve değerleri, önemsiyor.
Zaten, bencillik ve vefasızlık da, bu noktadan sonra, başlıyor.
Geçmişte kalan değerleri, unutuveriyor.
Geldiği yeri, kendi tarihini, soyundaki kıymetleri, adeta, siliyor.
Oysa;
Hani, hep deriz ya. "Neydim, ne oldum, değil, ne olacağım, diyeceksin..."
diye. İşte, bu ata sözünü, dikkate almalı.
Pek tabii ki;
Esasında;
Demeyeceğiz. Demeyeceğiz de,
Ama, geçmişimizdeki değerlere de,
vefasızlık etmeyeceğiz. Haksız mıyım?
Çünkü, günün birinde, bizler de, hatta,
kundaktaki bebekler bile dahil olmak üzere,
daha dünyaya gelmemiş, toprağın hangi bitkisinde,
organik canlısında, suyunda,
ya da, neresinde, bir hücre ve bir vitamin biçiminde,
yaşama gelmeye hazırlanan, yeni nesiller için,
vefa bekleyen, hatırlanması gereken ve geçmişte kalan,
değerler konumunda olacağız...Kim bilir?
Kısacası, kötü hatıralardan ibret almak,
ders çıkarmak ve tecrübe kazanmak adına,
unutmamayı, faydalı diye düşüneceğiz.
Fakat, diğer taraftan da; Daha da önemlisi;
Hayatımıza ve varlığımıza vesile olan,
her türlü kazanımlarımızda katkısı bulunan,
geçmişteki, manevi ve maddi değerlerimizi,
vefa ve minnetle, anacağız.
Asla unutmayacağız...
Gün gelip, bizler de, unutulmak istemiyorsak, eğer!...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!