Bu günlere nasıl geldik?
Düşünelim bir kere!...
19.Mayıs.1919 Samsun'a çıkış ve sevinç çığlıkları.
24.Temmuz.1923 Lozan Barış antlaşması.
29. Ekim. 1923 Cumhuriyet'in ilanı.
Mutluluk tabloları. Yokluklara rağmen, "MUTLULUK..."
Daha sonra, yukarı doğru, istikrarlı ve kararlı tırmanış.
Milletçe, saygın, onurlu, itibarlı ve bir o kadar da, huzurlu.
10.Kasım.1938'e kadar, bu mutluluk ve sevinç, devam ediyor.
İşte;
Bu tarihten sonra, ülkemiz üzerine, kara bulutlar çökmeye başlıyor.
Dünyada karışıklıklar, ikinci dünya savaşı,
Amerika, Avrupa, Uzak doğu ülkeleri ve İslam ülkelerinde,
yer yer karışıklıklar ve seyretmek zorunda kaldığımız,
bölgesel savaşlar, boy göstermeye başlıyor.
O dönem siyasilerimiz, bizleri ve geleceğimizi, korumayı beceriyor.
Önemli ve hayati kararları, hem ülkemiz ve hem de milletimiz adına,
son derece sağlıklı biçimde alabiliyorlar.
1945 yılında, ikinci dünya savaşı, macera tutkunu Alman Hitler'in,
mağlubiyeti ile sona eriyor. O dönem ezilen Yahudiler (İsrail),
yeniden diriliyor. ABD ile adeta kardeş ülke oluyorlar.
Birbirlerini sürekli koruyucu rol üstleniyorlar.
Pek tabii ki, Hristiyan, Musevi ve İslam ülkeleri arasında,
anlaşmazlıkların tohumları, ekilmiş oluyor.
Türkiye de, bir İslam ülkesi olduğu için, ister istemez,
bu anlaşmazlıkların, adeta odak noktasına oturuyor.
CHP'nin, demokratik atılımları sonucu, tek parti dönemi bitiyor.
1950 seçimlerinde, çok partili dönemin ilk galibi,
Demokrat Parti oluyor. 10 yıl süreyle, Türkiye'ye,
yeni ve farklı ivme kazandırıyor.
Faydalı ve bazen de hatalı idaresiyle,
Türkiye siyaseti, 1960 ihtilaline, muhatap oluyor.
Son derece yanlış olarak değerlendirilen bu ihtilal,
sonrasında yaşanan yargılama ve kararlar sonucu,
haksız biçimde, bir başbakan ve iki bakan idam ediliyor.
Daha sonrası belli;
Karşı görüşler...Çığ gibi çoğalan partiler.
Çeşitli siyasal atraksiyonlar ve fraksiyonlar.
Türkiye'yi kaos ortamına sürüklemek isteyen,
zaman zaman, bu isteklerini başarıya ulaştıran,
hepimizi, adeta girdap içerisine sokan, kötü niyetli,
dış ve iç akımlar, huzurumuzu, barış ortamımızı,
geleceğimizi ve güvenliğimizi, tehlike çemberi içerisine alıyor.
1923 tarihinde kurulan, pırıl pırıl bir millet ve ülke yaratmak,
başarılı, mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir gelecek hazırlamak,
Dünya insanlığına faydalı bir devlet olmak yolunda,
mükemmel bir ideoloji ve rejim fonksiyonları yaratılıyor.
Ancak;
Gelin görün ki, bu iyi niyet, özveri ve fedakarlıklarla,
meydana getirilen, yepyeni idare sistemi,
ne yazık ki, zaman içerisinde, istismar ediliyor.
Gözü doymayan, bencil ve zararlı bazı zümreler tarafından,
ekonomi, hukuk, eğitim, kültür, inanç ve sosyal sistemler,
yaralanıyor. Toplum içerisine, "mutsuzluk" pompalanıyor.
Milletin büyük bölümü, mutsuzluk çemberinden,
çevrelerine, düşmanlık duygularıyla, bakmaya başlıyor.
Sayıları giderek artıyor. Artık, kaybedecekleri bir şeylerin,
kalmadığını düşünen bu tehlikeli kitleler, kendi mutsuzlukları
söz konusu iken, mutlu insanların varlıklarına katlanamaz,
konuma geliyorlar.
Pek tabii ki;
Böylesine tehlikeli gelişim, hepimizi, olumsuz etkiliyor.
Nitekim de, öyle oluyor. Son 54 yıl içerisine meydana gelen,
siyasal gelişmeler, hatalı idare sistemleri, kötü niyetli,
iç ve dış mihraklara, fırsat veriyor. Jeopolitik konumumuz,
tarihsel yapımız nedeniyle de, sanki, ülkemiz, hedef seçiliyor.
Yine de, Türk milletini yenmek için, ne iç ve ne de dış,
bölücü zihniyetlilerin gücü yetemiyor. Sadece, tek bir alternatif ile,
Türk milletinin dize getirilebileceği, biliniyor.
Yani;
Önce, bölüp parçalamak, lokma haline getirmek,
sonra da, afiyetle yemek, düşünülüyor.
Bir ölçüde, bunu başarıyorlar, gibi görünüyor. Çünkü, geldiğimiz nokta,
yaşanılan olaylar, ne yazık ki, endişelerle dolu düşüncelerimizi,
kanıtlıyor. Buna rağmen, Türkiye, dize getirilemiyor.
Günümüzde gelinen noktalar, olumsuz gelişmeler,
yaşanılan kaos ve huzursuz ortamlar, pek çoğumuzu, endişelendiriyor.
Sonuç olarak;
Açıkçası;
İşte bu noktada, "korkuyorum". Geleceğimizden,
yaşadığımız bu günleri bile, mumla aramak zorunda kalacağımızdan,
"korkuyorum..." Dualar ediyorum. Ama;
Yine de, artık, çarenin, sadece, Allah'a dua etmekle de bulunamayacağını,
çok iyi biliyorum. Yüce rabbimizin verdiği aklımızı kullanmak,
hislerimizi idare etmek sorumluluğunun ise,
sadece ve sadece, kendimize ait olduğunu idrak ediyorum.
Allah, bizi yaratırken, yolumuzda yürümek yetisini, önümüzü görmek,
geleceğimizi düzenlemek görevini, bizlere vermiş, diyorum.
Yeter artık;
İki de bir, her sıkıştığımız anda, Allah'tan medet ummak,
alışkanlığından vaz geçmeliyiz. O'nun verdiği aklı ve nimetleri,
doğru kullanalım...Yeter...Diye de, haykırıyorum...
Huzura ve güvenli yarınlara kavuşmamızın tek çözümünün,
birlik ve barış ortamı ile mümkün olabileceğine inanıyorum...
"HİSLERİMİZLE DEĞİL, AKLIMIZLA HAREKET EDEREK!..."
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!