"Bir insan", dünyaya geliyor.
Cinsiyeti, erkek ya da kız.
Sağlıklı, ya da sağlıksız.
Sağlam, ya da özürlü.
Şanslı, ya da şanssız.
Kendisi bilmiyor.
Nasıl olacağına, karar da veremiyor.
Hiç bir zaman da veremeyeceği, biliniyor.
Doğumundan önceki sistemlerin,
bir parçasını oluşturuyor.
Kendisine verilen rolünü oynuyor.
Bilmediği, içinde yer alacağı yaşam alanına,
paldır küldür, adım atıyor.
Ne ailesini seçebiliyor.
Ne ülkesini, ne çevresini, ne kardeşlerini.
Ne istediği fiziğini, yüz ve ruh güzelliğini.
Ne kaderini, ne arzu ettiği yaşam biçimini.
Ne de, yaşamayı tercih ettiği, mutluluğunu.
Hepsi, ama hepsi, önüne,
uyması gereken kurallar biçiminde konuyor.
İnanç yapısı, ibadet şekli, kültürü, ekonomisi,
sosyal çevresi ve aile anlayışı, eğitim tarzı,
önceden tasarlanıyor.
Çaresiz kabul etmek zorunda kalıyor.
İçerisinden çıkmak istese de,
bataklığa saplanmış gibi,
kımıldadıkça gömülüyor.
İsyan etse de,
asla sonuç alamıyor.
Düzen ve sistemler, yeni konuklarına, kendini anlatıyor.
Fikirlerini almadan. Görüşlerini sormadan.
Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü kurallara boyun eğdirerek.
Büyümeye başlıyor. Bebeklikten, çocukluğa geçiyor.
Gördüklerinin, yaşadıklarının, hissettiklerinin,
etkisi altına girmeye başlıyor.
Kendisini, idrak etmeye çalışıyor.
Kişilik yapısı, nasıl bir insan olabileceğinin,
ilk sinyalleri, görülüyor.
Hayaller kurup, geleceğini imar etmeye başlıyor.
İrade, azim, sabır ve bilinç olguları, gelişiyor.
Gençlik ve olgunluk dönemlerine, hazırlık yapıyor.
İçinde bulunduğu sistemlere, uyum sağlamaya,
ya da, katkılarda bulunmaya, gayret ediyor.
Ama, ne yazık ki, tek bir şeyi,
hiç bir zaman, hesaba katamıyor.
"Şans, ya da şanssızlık faktörünü!..."
İşte bu olguyu, ölçemiyor.
Kader denilen felsefeyi, bilemiyor. Bulamıyor.
O çizgi, önceden belirlenen yol,
dünyaya gelen bir insanın, bir bebeğin,
tüm yaşam biçiminin, tek hakimi oluyor.
Asla, taviz vermiyor. Değişmiyor. Acımıyor.
Kendi koyduğu kuralları, eksiksiz ve hatasız, uyguluyor.
Yapmak istediği şeylere, artık ulaşamıyor.
Tren kaçıyor, yaşam, sınırlarını kapatıyor.
Mutlu ya da mutsuz, istekli ya da isteksiz hayat tarzını,
kabullenmek zorunda kalıyor.
Zamanın aldatıcı özellikleri, dünyaya adım atan bebeği,
yaşamı boyunca, kontrol ediyor. İstediği yöne gönderiyor.
Er ya da geç, hayatın bitim noktasına gelinceye kadar da,
hiç "BİR İNSAN", böylesine gerçek tecrübenin,
farkına varamıyor.
Sadece ve sadece, "rahmete kavuşanlar", böyle bir tecrübeyi,
yaşamış oluyor. Ama, onlar da, bu gerçeği, ne yazık ki,
anlatamıyor, söyleyemiyor.
Her şeyin geçici ve yalan olduğunu,
yaşayanlara, aktaramıyor...
Kendilerinden öncekilerin, aktaramadığı gibi!...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!