Üç farklı takımla EuroLeague macerası, 69 maçlık NBA deneyimi ve yerel liglerde çok sayıda şampiyonluk…
Avrupa basketbolunun deneyimli isimlerinden Mindaugas Kuzminskas, 2022-23 sezonu öncesinde yeteneklerini İzmir’e taşımaya karar verdi ve Pınar Karşıyaka formasını sırtına geçirdi.
Basketbol Şampiyonlar Ligi ve Basketbol Süper Ligi’nde kalitesini çok geçmeden belli eden 33 yaşındaki Litvanyalı, sahada soğukkanlı oyunuyla taraftarın sevgilisi haline geldi.
Deneyimli basketbolcu, son olarak Eurohoops’un konuğu oldu ve çeşitli konularda özel demeçlerde bulundu…
S: İlk olarak, geçtiğimiz gün Anadolu Efes‘i yendiğiniz maçın ardından nasıl hissediyorsun?
C: Son iki sezonun EuroLeague şampiyonunu deplasmanda mağlup etmek tabii ki kulüp, oyuncular, koçlar ve bütün çalışanlar için büyük bir şey. Seyirciler için izlemesi çok keyifli bir maç olduğunu düşünüyorum. Fakat aynı zamanda, oynadık, kazandık ve bu kadar. En kısa sürede bunu unutmalıyız çünkü muhtemelen şu ana kadar sezonun en önemli maçını çarşamba günü Bonn’a karşı oynayacağız. Son oynadığımız maçtan çok bir sonraki maçımıza odaklanmaya çalışıyoruz.
S: Bence Basketbol Süper Ligi tarihinin en iyi maçlarından birini izledik. Kazanan taraf siz oldunuz. Herkes elinden geleni yansıttı ve sorumluluk aldı. Maçtan keyif aldın mı? Neler oldu ve nasıl oldu?
C: Tabii ki keyif aldım. Basketbolcular olarak hep en üst seviyede rekabet etmek ve en önemli anlarda sahada olmak isteriz. Ne olursa olsun kazanmayı hak ettiğimizi düşünüyorum. Koçlar maç hazırlığını harika yaptı, sahada takım gibi mücadele ettik ve herkes elinden geleni yaptı. Fakat dediğim gibi, galibiyet galibiyettir ancak en kısa sürede unutmalıyız çünkü önümüzdeki maçı kaybedersek her şey bir hiç uğruna olacak.
S: Son iki maçta gayet iyi gözüktün. Ondan önce sanki sakatlığın bir nebze seni rahatsız ediyordu, haklı mıyım?
C: Bence ben de takım da sezona gayet iyi başladık. Farklı sebeplerden dolayı en iyi maçımız olmayan birkaç maç oynadık fakat şu anda her şey yolunda. Tabii ki sakatlıklar kötü fakat sezon sırasınca herkes (takımlar, oyuncular) iniş-çıkışlar yaşar. Kadromuzda birçok iyi oyuncu olması bu açıdan güzel. Bir gün bir oyuncu, başka bir gün başka bir oyuncu öne çıkacak. Yeni transferimiz Brian Angola bize çok yardımcı oluyor, diğer oyunculara şut imkanı sağlıyor.
S: Biraz geçmişe gitmek istiyorum. Bu, senin Türkiye’ye ikinci gelişin. İlkinde Darüşşafaka‘ya imza atmıştın. Ardından bir anda New York Knicks ortaya çıktı ve sen oynamadan NBA yolunu tuttun. O dönem neler olduğu hakkında çok fazla bilgimiz yok. O dönemi biraz anlatabilir misin?
C: Kariyerimde çok fazla insanın bilmediği belli dönemler var. Kariyerimde hala hiç kimsenin bilmediği ilginç şeyler var fakat şu an bunları kendimde saklamak istiyorum (gülüyor). Belki de gelecekte bunları farklı şekilde anlatırım.
S: Uzun süredir Avrupa’nın en üst seviye oyuncularından biri oldun. Bu yıllar boyunca Darüşşafaka dışında bir Türk takımıyla kontağın olmuş muydu?
C: Evet, oldu. Avrupa’ya dönmeye karar verdiğimde Efes ile, Koç Ataman ile konuşmuştuk ve çok memnun kalmıştım. Anlaşmaya çok yakındık fakat o dönem Milano‘ya gitme kararı vermiştim. Şu anda doğru kararı verdim vermedim mi bilmiyorum fakat pişman değilim. Birçok harika insan tanıdım ve hala hayatımdalar. Ne yazık ki ulaşmamız gereken noktalara ulaşamadık. Sanırım onlarla görüşme halindeyken Efes, EuroLeague’in son sırasındaydı. Belki de beni bir nebze durduran bu oldu. Kim bilir, belki de şu anda EuroLeague şampiyonu bir oyuncu olabilirdim.
S: Olympiakos’ta David Blatt ile çalışma fırsatı buldun fakat pek iyi gitmedi. Senin gibi istikrarlı bir oyuncu için sık karşılaştığımız bir durum değildi bu.
C: Bu hikaye biraz daha farklı. Beni Olympiakos’a David Blatt getirdi. Hazırlık maçlarında her şey güzeldi. EuroLeague’teki ilk maça bile ben başlamıştım. Ne yazık ki o maçı ASVEL’e sanırım 20 sayıyla kaybettik. Belki de ben başladığım içindir (gülüyor). Şaka yapıyorum. EuroLeague’in ilk maçından sonra o, takımdan ayrıldı. Harika bireysel iletişimimin olduğu asistan koç Kestutis Kemzura takımın başına geçti. Birkaç maçın ardından çok süre almadığımı fark ettim. Tamam, 12-15 dakika oynuyordum fakat o zamanlar, o sezon çok fazla oynamak istiyordum. Bir önceki yıl Milano‘da benim için çok iyi geçmemişti. Sadece oynamak istiyordum. Bunu da gittim ve koça söyledim. Koç, bana karşı çok açık oldu. Takımdaki rolüm hakkında bana açık konuştuğu için ona minnettarım. Gitmemin daha iyi olacağına dair anlaşmaya vardık. Daha fazla dakika almak ve rolüme sahip olmak için bir adım geri gittim. Bence işe de yaradı. Krasnador’da iki harika yıl geçirdim ve sonrasında EuroLeague’e geri döndüm. Rusya saçmalığı, bu savaşı başlatmasa belki de o yıl Final Four yapacaktık. Çok iyi gidiyorduk.
S: Kariyerinde en çok nerede kendini mutlu hissettin?
C: İyi soru. Zalgiris, Milano, Loko ve milli takımda forma giyen Mantas Kalnietis ile oynadığım günleri hatırlıyorum. Her zaman “Bazen takımında, şehirde vs. kötü günler geçirirsin fakat her şey bittikten sonra hafızanda sadece iyi anılar kalır.” derdi. Kariyerim boyunca kötü bir yerde vakit geçirmedim. Muhteşem taraftarları olan Kaunas başta olmak üzere muhteşem yerlerde oynadım. Üç yılın ardından EuroLeague’de yer alan ve rekabetçi bir takım olan Malaga’ya gittim. Harika bir şehirdi… Oraya ne zaman gitsem ikinci evim gibi hissediyorum. Eninde sonunda orada daha fazla zaman geçireceğimi düşünüyorum. Sonra ise New York… Sonra Milano, Pire… Muhteşem yerler.. Şu anda ise İzmir… Hayal edemeyeceğim bu fırsatlara sahip olduğum için minnettarım.
S: Parkede çok soğukkanlı gözüküyorsun. Asla bir duygu emaresi göstermiyorsun. Şu ana kadarki konuşmamız kesinlikle bundan farklı.
C: Parkede gülmek için vakit yok, belki kazandığımızda gülümserim. Fakat saha dışında beni tanıyan insanlar bilir ki çok pozitif birisiyim. Çoğu zaman gülümserim. Çocukken bile sürekli güldüğüm için lakabım “peynir”di. Şu anda 11 aylık çocuğum da aynı, sürekli gülüyor. Saha içindeki duygulara gelirsek… Hiçbir zaman trash-talk yapan, hakemlerle konuşan bir oyuncu olmadım. Ben öyle bir insan değilim. Belki bu iyidir, belki kötüdür fakat ailem bana bunu öğretti: Her zaman ilk önce iyi insan olmalısın. İyi bir oyuncu olup olmaman önemsiz. Hayattaki ilk ve en önemli şey iyi insan olmaktır. Ben de bunu uygulamaya çalışıyorum. Dediğim gibi hakemlerle de kötü, hakarete varan şekilde konuşmam çünkü 15-16 yaşlarımdayken benim de hakem lisansım vardı. Basketbolda bu kadar iyi değildim ve bu konuda ilerlemek istiyordum, bu yüzden hakem lisansım vardı. Biraz para bile kazanmıştım. Çok kötü bir hakemdim. Bu yüzden hakemliğin ne denli zor bir iş olduğunu biliyorum.
S: NBA hakkında konuşmak istiyorum. Sence orada geçirdiğin bir buçuk yıl, oyununu, bakış açını değiştirdi mi? Eğer öyleyse hangi açılardan?
C: Çok şeyin değiştiğini düşünmüyorum. Belki biraz daha özgüven katmıştır. Eğer birisi benim tavsiyemi almak isterse, genç bir oyuncuysanız ve oraya gitme şansınız varsa ben gitmenizi söylerim. Sahip oldukları araçlar, organizasyonda çalışan insan sayısı inanılmaz. Genç oyuncular kendilerini geliştirmek istiyorsa oraya gidip çok sıkı çalışabilirler. Tabii ki oraya gidip başarılı olamayan genç oyuncu örnekleri de var fakat onların Avrupa’da kaldığı senaryoda da başarılı olup olamayacaklarını bilmiyoruz. Özellikle de orada biraz süre bulursanız… Sezon bir noktasında orada oynamanın EuroLeague’de oynamaktan daha kolay olduğunu bile düşünmüştüm. Finansal açıdan da orada büyük kontratlar almak daha kolay. Benim genç oyunculara tavsiyem şu: Eğer fırsatınız olursa oraya gidin, kendinizi spor salonuna kapatın ve beklentinizi düşürün.
S: Az önce de söylediğim gibi, Avrupa’nın en üst seviye oyuncularından birisin. Normalde senin seviyendeki oyuncuların yeni takımlarıyla imzalaması bu kadar uzun sürmüyor. Senin durumunda ne yaşandı?
C: Karşıyaka’yı da küçümsemeyelim (gülüyor). Çok iyi bir kulüp, harika oyuncular burada oynadı. Gençken bazen hak etmediğiniz kontratları alabildiğinizi, yaşlandıkça ise bazen hak ettiğinizi alamadığınızı düşünüyorum. Kariyerimde hiç ciddi sakatlık yaşamadım (Nazar değmesin diye tahtaya vuruyor). Yazın başında çok iyi teklifler almıştım fakat belki de kendim hakkında çok iyi düşündüm ve onları reddettim. Avrupa Şampiyonası başlayınca da kendimi görüşmelerle meşgul etmek istemedim. Menajerimle konuştuk ve turnuvanın sonunu beklemeye karar verdik. Sonrasında bir EuroLeague takımıyla konuşmaya başladım fakat bana sürekli beklememi söylediler. Ben de artık Karşıyaka’yı daha fazla bekletemezdim. Buraya gelmeye karar verdim çünkü ilk olarak Koç Sarıca ile konuşmamız çok hoşuma gitti. O, söylediklerini ve verdiği sözleri yerine getiren koçlardan biri. Genelde işler böyle olmuyor. Birçok insan size birçok söz veriyor fakat tam tersiyle karşılaşıyorsunuz. Ufuk Sarıca çok açık sözlüydü, iyi kötü her şeyi söyledi. Konuşmamız, gelmem için yeterli olmuştu. Finansal olarak o zamanlarki en iyi teklif burası değildi fakat… Zenit’ten şubat ayında ben, ailem ve ülkem için tarihi sebeplerle çok hassas olan savaş sebebiyle ayrıldım ve o günden beri kulüp basketbolu oynamamıştım. Sadece yüksek seviyede oynamak istiyordum. Türkiye Ligi bence şu anda ACB’nin ardından Avrupa’nın en iyi ikinci ligi. Bu kararımdan dolayı çok mutluyum.
S: Karşıyaka’yı asla küçümsemiyorum, bence Basketbol Şampiyonlar Ligi’nin favorilerinden birisi sizsiniz. Şampiyonlar Ligi demişken, bu senin ilk deneyimin. Organizasyonu nasıl buldun?
C: İyi şeyler de var, kötü şeyler de. Şimdilik organizasyon hakkında bir şey söyleyemiyorum… Seyahatlerimiz, otellerimiz ve her şey kulüp tarafından karşılanıyor ve her şey üst seviyede. Belki bu fikstür işi biraz farklı olabilirdi. Daha fazla maç oynayabilirdik. Çünkü şu anda her bir maç çok önemli. Eğer kaybederseniz, birkaç maç formunuz düşerse iyi bir takım olsanız bile eleniyorsunuz. Bu yüzden iyi takımlar için bu formatın ideal olmadığını düşünüyorum. Fakat aynı zamanda durum böyle. Kurallar ve şartlar bütün takımlar için aynı.
S: Errick McCollum, yakın zaman önce onunla konuştuğumuzda bize Karşıyaka taraftarlarının Avrupa’daki en iyilerden biri olduğunu söylemişti. Sen de Zalgiris gibi tutkulu taraftarlara sahip bir takımda oynadın. Bu ikisini nasıl karşılaştırırsın?
C: Farklılar. İlk olarak Litvanya ve Türkiye’de bambaşka insanlar var. İnsanlar çok daha duygusal. Kazandığınızda sizi cennete yükseltiyorlar, kaybettiğinizde cehenneme… Litvanyalılar bir nebze daha tutucu. Eğer sizi destekliyorlarsa genelde en kötü anlarda bile yanınızda oluyorlar. Fakat Türk insanı maçlar esnasında çok duygusal oluyor, çok gürültü çıkarıyor ve bu da takıma çok yardımcı oluyor. Tribünlerimiz doluyken rakipler için oynaması zor bir salon olduğumuzu düşünüyorum. Dediğim gibi, ikisi de farklı açılardan iyi.
S: İzmir’de hayatın nasıl gidiyor? Şehri sevdin mi?
C: Evet, şehri çok sevdim. İnsanları çok sevdim. Buradaki insanların çocuk sevgisi beni şaşırttı. Gerçekten inanılmaz. Ailemle birlikte süper markete gittiğimizde… Oğlum da sarışın ve mavi gözlü, süper marketin yıldızı o oluyor. Herkes onu sevmeye ve onunla konuşmaya çalışıyor. İnsanlar çok samimi. Genelde güneşin bol gözüktüğü şehirlerde ve ülkelerde insanlar daha mutlu oluyor. Daha fazla gülümsüyorlar ve bu normal. Bu şehri ve insanlarını seviyorum. Şimdiden birkaç küçük köyü gezdim çünkü her zaman ülkenin kültürünü tanımayı severim. Ülkeyi tanımak istiyorum fakat sadece turistik açıdan değil. Türkiye beni pozitif anlamda çok şaşırttı. Böylesine sıcak bir karşılama için gerçekten çok teşekkürler.
Eurohoops
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!