İzmir Barosu önünde kurulu olan Özgür Kürsü’de gerçekleştirilen basın açıklamasına avukatlar, Emek ve Demokrasi Güçleri ile yurttaşlar katıldı. "Kadınları değil failleri yargıla" , "Katledilen kadınlar isyanımızdır" sloganlarının atıldığı açıklamayı İzmir Barosu Genel Sekreteri Av. Perihan Çağrışım Kayadelen okudu.
Tiyatro Sardunya tarafından "korkmuyoruz, geliyoruz" adlı sokak performansının da sergilendiği açıklamanın tamamı şöyle:
"Üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’in cansız bedeni, kaybolduğu 16 Temmuz'dan 4 gün sonra ormanda bir varil içinde betonlanmış olarak bulundu. Oysa, Pınar bulunmalı, tıpkı ismi gibi hayata can katmalı ve korkularımızı boşa çıkarmalı diye umut ediyorduk hepimiz. Olmadı, olamadı ne yazık ki…
Pınar’ın katili Cemal Metin Avcı ise bizi hiç şaşırtmadı. O da diğerleri gibi, Kıskançlık krizine girdiğini, onu çok sevdiğini, çaresiz kaldığını, baştan öldürme niyeti olmadığını, çok pişman olduğunu söyleyedursun, öte yanda birileri; öldürülen genç kadının özel hayatını, ahlaki tutarlılığını, yaşantısını tıpkı bedeni gibi lime lime etmeye ve bu yolla katili aklamaya çalışıyorlar. Ve biliyoruz ki, yargı dur demedikçe bu döngü sürecek, kendini savunamayacak ölü kadınların özel yaşamı aylarca duruşma salonlarında haksız tahrik indirimi için malzeme yapılmaya devam edecek maalesef.
Hala hayatta kalmayı başarabilen yüzlerce kadın ise bazen aile içinde, bazen okulda, bazen işyerinde bazen ise sokakta hiç tanımadığı bir erkeğin şiddetine uğruyor kimi zaman eğitim ve çalışma hakkını da kaybediyor. Kadınlar toplumsal yaşamdan güvenliği bahanesiyle uzaklaştırılarak ev içindeki erkek şiddetine maruz bırakılıp dayanışma ağları yok ediliyor, yalnızlaştırılıyor.
Tüm bunlar yaşanırken; Devlet yetkilileri ise tüm açıklamaları ve davranışları ile failleri koruyor, kolluyor, sırtlarını sıvazlıyor ve böylece yeni kadın cinayetleri için müstakbel failleri cesaretlendirerek adeta azmettiriyor. Kadın cinayetlerini engellemedikleri yetmiyormuş gibi, kadınların şiddet ve cinayetleri protesto etmesini engellemeye çalışıyorlar. Hem de acımasız bir şiddetle, işkenceyle, zorbalıkla. Ve iktidar, böylece bir kez daha; kadına yönelik şiddetle değil, bununla mücadele edenlerle açık bir savaş halinde olduğunu hiç saklamadan, gizlemeden, açıkça gösteriyor.
Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek devletin kadınlara karşı görevdir. Ancak, siz buna rağmen; bizzat kamusal erki kullanılarak, LGBTİ+ bireylere yönelik fobik uygulamalar, TCK.m.103 ün değiştirilme çabaları, Nafaka hükümlerine yönelik saldırılar, yandaş STK’lar ve medya aracılığıyla toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik yalan /yanlış tartışmalarla kadın düşmanlığının meşru hale getirerek erkek şiddetinin her geçen gün katlanarak artmasına yol açmaktasınız.
Yıllardır, Uluslararası Sözleşmelerin uygulanmasını sağlamak ve denetlemek yerine; kadınlara, kız çocuklarına ve LGBTİ+ bireylere yönelik her türlü ayrımcılığı teşvik eden devlet yetkililerine sesleniyoruz: Her kadın cinayetinin arkasından çok üzgün olduğunuzu ve davaların takipçisi olacağınızı söyleyerek sorumluluktan kurtulamazsınız. Almadığınız her tedbir ve uygulamadığınız İstanbul sözleşmesi nedeniyle sizin de elinize kan bulaşıyor. Çünkü, her saldırıdan ve ölümden siz de sorumlusunuz.
Bizler sadece katillerin en ağır cezalara mahkûm edilmesiyle kadınlara yönelik cinayet ve diğer şiddet biçimlerinin son bulmayacağını çok iyi biliyoruz. Siz kadınlara taahhüt ettiğiniz, İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamadığınız sürece; ne cinayetler, ne kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddet ne de LGBTİ+ bireylere yönelik nefret suçları ve kamusal alanda uygulanan ayrımcılık engellenecektir.
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı dünyanın farklı yerlerinde tıpatıp aynı argümanları kullanarak saldırıyor olmanız, mesela, Orta Avrupa’daki muhafazakâr Hristiyanlar ile aynı dili kullanmanız, konunun “yerli ve milli” olmakla ya da “bizim değerlerimiz” ile ilgili olmadığını, birleştiğiniz tek şeyin kadın düşmanlığı olduğunu kanıtlamıyor mu?
Görünen odur ki; iktidar ve onun koltuğuna yaslananların bugün, “batının bizi denetlemesinin önünü açıyor” diyerek İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasını istemelerinin altında, kendi fail pozisyonlarını koruma saiki yatmaktadır.
Kadın mezarlığına dönüşen bu ülkede mevcut kazanımlarımızın geri alınması demek, öldürülen kadınların anılarına saygısızlıktır. Fakat bilinmelidir ki; başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere hiçbir kazanımı geri vermemeye kararlıyız. Kadınlar yılmadan, geri adım atmadan, bıkmadan, usanmadan kazanılmış haklarını savunmaya devam edecekler. Çünkü; bizler İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR DİYOR VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN UYGULANMASINI İSTİYORUZ.!"
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!