Yakın Tarih Bilinci Panelinde darbeler tartışıldı
T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından desteklenen ''7 Bölge 4 Mevsim Yakın Tarih Bilinci'' panellerinin ikincisi İzmir’de, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirildi.
Paneli Rektör Prof.Dr.Galip Akhan, Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Turan Gökçe, İKÇÜ-KAGEM Müdürü Yard. Doç. Dr. Murat Esen, akademisyenler ve çok sayıda öğrenci takip etti.
İKÇÜ Kariyer Geliştirme ve Uygulama Merkezi organizasyonuyla, Moderatörlüğünü İstanbul Stratejik Düşünce ve Araştırma Merkezi (İSDAM) Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Koç'un yaptığı panelde; İSDAM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Abdullah Serenli, İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Lisans Programı Öğretim Üyesi Prof.Dr.Bekir Berat Özipek ve Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Uysal konuşmacı olarak yer aldı.
İSDAM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Abdullah Serenli, panelleri ulusal ve uluslararası alanda sürdürmeyi hedeflediklerini belirterek, konu olarak yakın tarihte milli iradeye yapılan müdahaleler ve darbelerin ele alındığını söyledi.
“Hala darbeleri çağıran entelektüel bir kesim var”
İSDAM Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Koç, Türk siyasi ve demokrasi tarihini askıya alan bir çok darbe gerçekleştirildiğini kaydetti. Koç, “Demokrasimiz nerdeyse her on yılda bir figüranları farklı olsa da darbe oyunlarına sahne oldu. Demokrasilerin vazgeçilmezi hoşgörü ve uzlaşı kültürü, siyasal yaşantımıza kültür olarak yerleşmemesi nedeniyle bu darbelerin altyapısını hazırladı. Ülkemizde 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan müdahale süreci, 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve son olarak da 28 Şubat 1997 Post Modern Darbe ile devam etti. Maalesef bugün demokrasinin sıkıştığı noktalarda darbe dönemlerini çağıran akademisyen, siyasetçi, yazar, kendisine entelektüel diyebileceğimiz insanlarımız var. Oysa bu süreçlerde yüzbinlerce insan tutuklandı. On binlerce insan yargılandı, onlarca gencecik fidan asıldı. Bu panellerimizde bu darbelerin işleyiş süreçlerini irdeleyerek neden-sonuç ilişkilerini akademik alanda gençlerimize aktarıyoruz” diye konuştu.
“Darbenin gerekçesi olmaz, bahanesi olur”
İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Lisans Programı Öğretim Üyesi Prof.Dr.Bekir Berat Özipek de darbeler ve etkilerini ele aldığı konuşmasında bu topraklardaki darbe tarihinin aslında 1960 yılından çok daha gerilere dayandığını söyledi. Prof.Dr. Özipek, “Dünyanın her tarafında darbeler birbirine benzer. Darbenin gerekçesi olmaz, bahanesi olur. Darbe bir ordunun kendi ülkesini işgal etmesidir. Türkiye’de sınıflı bir toplum yapısı var. Tek parti döneminde ayrıcalıklı bir zümrenin yönettiği oligarşik bir yapıdan söz edebiliriz. Egemenlik ilişkisini devam ettirmek isteyen bir egemen zümre var ve demokrasi ile de baş başalar. Özellikle dış dinamiklerin zorlamasıyla da demokrasiye geçilmiş. Bu zümre yönetimi paylaşmak istemiyor. En önemli mevki ve makamları kendilerine ve çocuklarına ayırdıkları yapını hep devam etmesini istiyorlar” dedi.
‘Ayaklar baş oldu’ diyenler halk iradesini kabullenemedi
1950 Demokrat Parti döneminde bu seçkin kesimin demokrasiyi kabullenemediğini belirten Prof.Dr. Özipek, " Bu kesim ‘Hasoların, Memoların iktidarı’ , ‘Ağzı çorba kokanlar meclise girdi’ dediler. Bugün ki ‘Bidon Kafalı’, ‘Göbeğini kaşıyan adam’ın önceki versiyonuydu. Aynı sınıfsal tepki ve dışlamayı görüyoruz. ‘Ayaklar baş oldu’ diyenler hiçbir zaman kabullenemediler. İlk fırsatta devirmeyi denedi” şeklinde konuştu.
“Demokrasiye güvenmeyenler oldukça darbe tehdidi devam eder”
Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Uysal askerin yaptığı 80 Anayasasının hala daha hâkim olduğunu belirterek “ Biz bunun içini büyük ölçüde değiştirmemize rağmen yüzde yüz değişmiş de değil. Demokrasiye güvenmeyenler oldukça darbe tehdidi devam eder. Osmanlıdan bu yana gelen batıcılık akımı cumhuriyetle birlikte başa geldi. Onların varsayımı Laik, Batıcı yaşam tarzı, karşısındaki geleneksel, dindar kesimi kendisinin bir antitezi olarak görüyordu. Birleşebileceklerini düşünüyorlardı. Dindar, geleneksel bir insanın ne bilim adamı olacağını, gelişebileceğini ne de teknolojiye yardımcı olabileceğini düşünüyorlardı. Kendisini dine, geleneğe karşı bir zıtlık olarak tanımlıyor. Özünde hem cumhuriyet hem de onun yetiştirdiği generaller bu fikre sıkı sıkıya sahip. Hatta 28 Şubat’ta bile başörtüsü yasaklanırken, teoriyi değiştirmektensen örnekleri ortadan kaldıralım anlayışı söz konusu. Bakıyor ki dindar bir doktor olabiliyor, mühendis olabiliyor. Bu kendisinin benimsediği ideolojiye ters” dedi.