Okan Yüksel, devrimci gücüyle kanseri yendi
Gazeteci, şair, yazar Okan Yüksel, kanser olduğunu duyduğu an bu hastalığı yendi çünkü o her an çalışma ve mücadele içinde olan bir 68’li. Yüksel, “68 hareketi, kavganın bitmediği anlamına gelir“…
Okan Yüksel’i en iyi anlatan, kendisinin her zaman dile getidiği söz şudur: “68 hareketi, kavganın bitmediği anlamına gelir.“ Yüksel’in bu kavgası hiçbir zaman kırıp döken, öldüren bir kavga olmadı bilakis yaşattı. Yüksel yaşamında; eşit, özgür, paylaşımcı, emekten yana olan her davada çaba sarf eden, örgütlenmeye, sosyalist mücadeleye inandı ve bu inancını sürdürüyor. Böylesi bir yaşamda Okan Yüksel, ölümle çok kez karşılaştı. Karşılaşmaktan öte öpüştü, koklaştı. Ölüm, Yüksel ile başedemeyince alıp başını çekip gitmek zorunda kaldı, tıpkı kanser gibi. Okan Yüksel, 8 aylık bir tedavi sonrasında kanseri yendi. Nasıl mı? Her zamanki gibi kendi kuşağının devrimci gücüyle. Gazeteci, şair, yazar, sporcu, ekonomist kimliğinin yanı sıra 68’liler Platformu ve Ege Kültür Platformu Derneği gibi çok sayıda platforma başkanlık yapan, bu görevleri her zaman grup üyeleri ile dönüşümlü olarak yürütmeye özen gösteren Okan Yüksel, “Ben daha başında kanseri yendim. Sadece ‘Niye yapmam gerekenleri zamanında yapamadım?’ diye sordum kendime. Geceleri hastanede oturup çalışmalarımı, yazılarımı sürdürdüm“ dedi. Okan Yüksel, Benim İzmirim’e konuk oldu.
Yaşamınızda ölümle çok kez yüz yüze geldiniz. Bu yüzleşmelere değinelim.
Sayılarını hatırlamıyorum ama ister Azrail deyin, ister zebani deyin, ölümle çok karşılaştım. Hatta öpüştük, koklaştık. Sonra baktı benimle başedemiyor, aldı başını çekip gitmek zorunda kaldı. Uçak kazaları, araba kazaları, işkenceler, kurşunlanmalar, yaşadığımız yerin havaya uçurulması gibi çok olay yaşadık. Geriye dönüp baktığımda, “Bu neden böyle oldu?” diye düşünmedim. Ölüm bizim için sıradan bir olaydır; söyleşme gibi, şiir okur, türkü dinler gibi sıradan bir olay. Çünkü bizim arkadaşlarımız daha genç yaşlarında idam sehpalarına gittiler. Ancak biz acılarımızı kültürle, sanatla, devrimci mücadeleyle yendik.
Vücudumda rahatsızlıklar daha önce de oldu. Ege Üniversitesi’nde kalpten yatarken, ünlü bir profesör vefat etmişti. Cenazesi kaldırılırken Nâzım’dan şiir okuyordum. Baldızım da orada doktordu. Benim için “Herif gidici” demişler. Baldızım, “O şiire başladıysa, Nâzım’dan bir şiir okuyorsa hastalığı yenecektir” demiş. 10 günde, 1 ayda yenilecek bir rahatsızlığı, 24 saatte yenmiştim. Kanserde de böyle oldu. Çok önceden belirtiler vererek vücudum, “Dikkat et! Bir şeyler olacak” demişti.
Kansere yakaladığınızı nasıl öğrendiniz?
Kansere yakalandığım rastlantı sonucu ortaya çıktı. Lise arkadaşım Salih Mertan, Altınordu Spor Kulübü’nün kuruluş yıldönümünde, Basmane’de büyüdüğüm için Altınordu’yu konuşmamı isteyerek aramıştı. Beş gün su içemedim, düştüm ama yiğitliğe de helal gelmesin diye belli etmedim. Bir gün evden çıktığımda artık vücut kaldıramadı kendini. En son konuştuğum doktor Salih olduğu için, çocuklara ona götürmelerini söyledim. Salih İstanbul’a gideceği için beni genç bir doktor olan Doç. Serdar Kaçar’a emanet etti. Bizim bazı gazeteci arkadaşların anlattığına göre Türkiye’nin sayılı cerrahlarından biriymiş. Hatta “Doktor Serdar Kaçar’dan ölüm bile kaçar” dediler. İşlemler seri bir şekilde yerine getirildikten sonra sadece işaret diliyle konuştuk. “Keseceğim” dedi. Ben de güvenmiştim, “Ne yaparsan yap” dedim. Meğersem kalın bağırsak kanseriymişim. Doç. Serdar Kaçar, temizleyebildiği kadar temizlemiş. O bittikten sonra kemoterapi ile takviye edilmesi gerekiyormuş. Tavsiye ettiği Çiğli‘deki Kent Hastanesi’nde bir hoca vardı. Olayın ekonomik durumu da sözkonusuydu. Kent Hastanesi’nde onkoloji tedavisini sosyal sigortalar karşılıyormuş. Arkadaşların söylediğine göre de bana bakan profesör Prof. Dr. Mehmet Alakavuklar da alanında iyiymiş. Orada tedaviye başladık ve süreç içinde de kurallarına uyduk. Prof. Dr. Mehmet Alakavuklar, bir doktorun yapabileceklerin en ötesini yaptı, davranış biçimini gösterdi ve en önemlisi moral verdi. Zaten çoğu zaman ben konuşuyordum, şiir okuyordum, o dinliyordu. Böyle bir birliktelik söz konusu oldu. Muhabbetli, güzel bir dönem oldu.
Tedavi sürecinde belki de dinlenmeniz gerekirken sizi etkinliklerde gördük. Bu da direnmenin bir göstergesi miydi?
Zaman zaman Deniz Gezmişleri, Nâzımları anmak için etkinliklerde yer aldım ama bana söylenenleri de disiplinli bir şekilde uyguladım.
Tedavi süreci ne kadarlık bir zamanı kapsadı?
Bu 12 dizilik bir film oldu. 8 ayı kapsadı. Sekiz ayın yarısı hastanede geçti. Haftada 5 gün tedaviye gittim. Vücutta bütün hücreler ölüyor. Kanser hücreleri öldürülürken diğer hücreler de öldürülmüş olunuyor. Arada 2 günlük dinlenmeden sonra, 5 gün yapılacak bir kan iğnesi var. Bu kan iğnesiyle hücreler tekrar diriltilmeye çalışılacak.
Bu süreci de atlatıp kanseri yendiniz.
Ben daha hastalığın başında kanseri yendim. Sadece şunu düşünerek, niye yapmam gerekenleri zamanında yapamadım, diye sordum kendime. Geceleri hastanede oturup çalışmalarımı, yazılarımı sürdürdüm.
Gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yeni projeleriniz nelerdir?
Roman, araştırma, belgesel kitap çalışmalarım var. Özellikle İzmir ve Türk Basını üzerine yoğun bir çalışmam var. Bu benim için bir görevdir. İnsanların sahtekarlıkları, yalanları geriye kalmamalı. Çünkü bizim yaşlı gazeteciler, Türkiye’de genç kuşağı hep ezdi. En başta kendi başımdan geçenleri bilirim ki, benim Türkçem, haber yazma tekniğim de çok iyiydi. Adam alır, bir virgül hatasını bahane edip haberi çöpe atar ve, “Yaz yeniden“ derdi. O hatayı bir sefer yaptım, ondan sonra yazdığımı ezberledim. Verdiği anda ikincisini veriyordum. Atarsa, “Al sana bunu“ diye. Hep gençleri ezmeye çalıştılar çünkü o kuşaklar; eğitim, bilgi, halka sevda yönünden çok zayıf ve eksikti. Bireysel çıkarlar peşinde koştular. Gazetecilik sonrasında yaptıkları işlere bakarsan; kimisi valilikte fayton işletme belgesi almış kimisi odun, kömür satma işleri almış. Oysaki gazeteci böylesi çıkarlar peşinde koşmaz. Gazetecilik ayrı bir sevdadır, ayrı bir halka adanmışlıktır. Başlı başına da devrimci bir yapı içerir. Yazdıklarına düne, bugüne, yarına, halka karşı büyük sorumluluklar yükler. O sorumlulukları da yerine getirmek için, hayatını ona göre düzenlemek zorundasın. İşte bunların anlatılması, geriye bırakılması gerekiyor. Bu çalışmam notlar halindeydi, şimdi düzenliyorum. Olabildiğince tarihe tanıklık anlamında bırakmaya çalışacağım. Kitabımın adı da Ve Sonra Bir Gün olacak. Kitaplarımın adları genelde Venseremos, No Pasaran, Kassandra Çaresizliği gibi… Çoğu yazılarımı spor kitaplarında kullanırdım. Neden? Çünkü bizim basın savcıları, spor kitaplarını okumazlar. Kendilerine spor kitabı geldi mi, bir köşeye atarlar. Ama arka kapakta ne yazıyor biliyor musun? Bizim dağlarımız Karl Marx dağlarıdır. Bizim dağlarımız Nâzım Hikmet dağlarıdır. Bizim dağlarımız Ernesto Che Guevara dağlarıdır. Ve bizler kendimizi bildik bileli bilimsel sosyalizmin sevdalısı, bilimsel sosyalizmin gerillasıyızdır. Yaşar Kemal, gerilla lafını kullandı diye, 2,5 sene verdiler. Bilimsel sosyalizmin gerillası lafı 7,5 sene. Basın savcıları arka kapağa bir baksa, bunlar yazıyordu. Şimdi, aman efendim ben içeri girdim, 2 ay, 2 sene yattım diye, aptallığa girmem ben. Bir devrimci önce içeri girmemeye, yakalanmamaya, hapis yatmamaya çalışmalı çünkü dışarıda görevlerimiz var. Yok öbür türlü gir içeri, 7, 8 sene yat, otur orada, şair olarak çalış. Öyle çok arkadaşımız var. İçeri girdiler, şair olarak çıktılar ama şidi hiçbir şey yapamıyorlar. Ama hayat durmuyor ki. Devrimcileri anacağız. Bu etkinlikler var.
Anmalardan bahsetmişken, Metin Oktay ile ilgili bir açıklamanız olacaktı. O açıklamayı da buradan yapalım.
Yeni Asır Gazetesi’nde birinci sayfada, içeride, Sarmaşık‘ta Gürkan Ertaç’ın Metin Oktay ile ilgili bir haberi, yazısı çıktı. Gürkan ağbi, 15 Eylül’deki yazısında, “ G.Saray Kulübü ve sarıkırmızılı takımın taraftarları Türk Futbolunun ‘Taçsız Kral‘ı Metin Oktay’ı ölümünün 24.yılında törenlerle andılar. İzmir’in İzmirlilerin bu konudaki vefasızlık ve duyarsızlığını her zaman eleştirmişimdir…“ diye yazmış. Şimdi Metin ağbi öleli 24 sene oluyor ve biz 23 seneden bu yana Metin Oktay’ı 2 Şubat’ta doğum gününde, 13 Eylül’de ölüm yıldönümünde sokaklarda, salonlarda, odalarda, Damlacık’ta 3 kişi de olsa, 30 kişi de olsa hep andık. Ama İzmirlilerin vefasız olduğunu söyleyen bu yaşını, başını almış gazeteci ağbimiz Gürkan Ertaç da, vefasız diyor. Oysaki kendisi, 23 sene boyunca Metin Oktay’ı biz anarken 23 saniye bile gözükmedi. Biz Metin Oktay’ı anarken gösteriş anlamında da yapmadık. Metin ağbi sıradan bir futbolcu değildi. Metin ağbi Deniz Gezmişler asılmadan önce, Galatasaray Lisesi önünde asılmasınlar diye imza kapmpanyası yaptı. Sadece furbolun kralı değildi. Sosyal anlamıyla, paylaşımcılığıyla, cesaretiyle bir devrimciydi. Şimdi biz bu adamı unutur muyuz? Ama bu adamı unutmayan bizlere de vefasız diyemezler. Bu anmaları organize eden ben ve Sancar Maruflu, Metin ağbinin ölüm yıldönümünde hastanedeydik, bu nedenle bu yıl anma programı yapılamadı.
Okan Yüksel’in hayalindeki İzmir’de çok şey vardır. Tüm bunlara da bu gazetenin sayfaları yetmez. Yakın zamandaki hedefleriniz nelerdir?
Söylediğim gibi kitap çalışmalarımı bitirip okurlarla buluşturmak istiyorum. Devrimcileri anmayı sürdüreceğiz. Ege Üniversitesi Anatomi Bölümü ile koordinasyonlu bir çalışmaya gireceğiz. İzmir’deki platformlarla organ ve kadavra bağışında bulunacağız. İnsanların da bağış yapması için çalışacağız.
Röportaj: Neslihan PERŞEMBE