Özellikle 1980'lerde yabancı dil öğreniminin yaygınlaşması için yürütülen propagandanın en yaygın sloganı idi bu; Bir lisan bir insan. Sokaklara asılmış bez afişlerde dahi hatırlıyorum. O yıllarda üniversite öğrencisiyken hocalarımızın ikinci bir dil öğrenmemiz gerektiğini, ilerleyen yıllarda iş ararken daha avantajlı olacağımızı ve işverenlerin zamanla iki dil bilen kişileri işe alacaklarını vurguladıklarını hatırlıyorum da, bir gün aynı tavsiyeleri benim de kendi öğrencilerime yapacağım ve hatta ikinci yetmez bir üçüncü dil de bilmelisiniz diye ısrar edeceğim aklıma gelmezdi doğrusu.
80’li yılların sonunda hayatımıza giren sanal ortam, bize farkında olmadan dil bilmenin önemini bir kez daha gösterdi. İnternet gibi bir ortamın olduğu bir dünyada izlenmenin de izlemenin de çok daha kolay olduğunun hepimiz farkındayız. Sadece dünya haberlerini değil, yayımlanan tüm makaleleri, konferansları, hatta konuşmacıların sunumlarını sanal alemde izlemek artık mümkün. Ancak bütün bunlar internette ortak bir dil kullanmakla mümkün olabiliyor. Günümüzde İngilizce artık dünya dili konumunda. Geçen yüzyılın başında vazgeçilmez olan Fransızca popülerliğini kaybetmiş durumda. Bu durum internet ortamında da kendini gösteriyor. İngilizce’ye hakimseniz ilgi alanınızdaki kişilerle iletişim kurabiliyor, konferanslara katılabiliyor, gerçek ve sanal ortamlarda zorluk çekmeden yaşayabiliyorsunuz. İngilizce bilmek günümüzün olmazsa olmazı.
İş ilanlarına baktığımızda ise zaten İngilizce bilmenin Türkçe bilmek gibi doğal bir şey olarak algılandığını ve ikinci dil olarak da ilgili şirketin iş yaptığı ülkelere veya içinde bulunduğu sektöre göre belirtildiğini görüyoruz. Yabancı dil bilmeden de çok iyi pozisyonlara gelen kişiler yok mu? Mutlaka var ama zamanında bu konuyla ilgili böyle bir algı yoktu ve insanların yabancı dil bilmelerine çokta gerek yoktu. Ancak belli süre sonunda iyi pozisyonlara gelen pek çok kişinin sırf yabancı dil bilmediklerinden dolayı terfi alamadıklarını sıkça duyuyoruz. Son dönemlerde Türkiye’de çoğu şirketin yabancı firmalar tarafından satın alınması veya ortaklıklar kurulmasından dolayı üst yönetimlerde yabancı çalışanlar olduklarını ve bunlarla anlaşabilmek için İngilizcesini geliştirmeye çabalayan birçok Türk yönetici olduğunu da gözlemliyoruz.
Küreselleşen ekonomide ise artık eskisi gibi sınırlar kalmadı, hele de internet sonrası işlerin yapılış şekilleri tamamen değişti. Bu yeni yüzyılda sadece bilgi birikimi ve deneyim yeterli olmuyor, aynı zamanda iyi bir yabancı dil bilmek gerekliliklerden birisi olarak gösteriliyor. Burada önemli soru “hangi dili, ne kadar öğrenmek lazım” sorusu. Elbette ilk bilinmesi gereken mutlaka İngilizce bilmenin gerekliliği. İnternet üzerindeki web sayfalarının Yüzde 80’inden fazlasının içeriğinin İngilizce olması zaten hepimize bir ipucu veriyor. İkinci dile karar veremedim diyorsanız yaptığınız meslek, aldığınız eğitim, içinde bulunduğunuz sektör veya ilgileriniz belirleyici olacaktır. Eğer inşaat işleri ile uğraşıyorsanız Rusça, Latin Amerika ülkeleriyle alakalı bir şeyle uğraşıyorsanız İspanyolca, ticaret ile uğraşıyorsanız Çince ön plana çıkacaktır. Arapça, Japonca, Fransızca gibi diller de her zaman gözde ve bilinmesi gerekenlerden birisi olmuştur. Ne kadar öğrenmek gerekiyor sorusuna gelirsek, bu yaptığınız işe göre değişecektir. Öncelikle ihtiyacınızı doğru tespit etmeniz gerekiyor. Örneğin eğer yurtdışında bir master planlıyorsanız, TOEFL gibi uluslararası geçerliliği olan bir sınava girmeniz gerekir. Mesela doktor olacak birisinin ekonomik terimleri öğrenmesine gerek yoktur. Veya ticaret ile uğraşacak birisinin tıpla ilgili yabancı terimleri bilmesine gerek yoktur.
Dil eğitiminin önemini vurgularken, bu eğitimin hangi aşamada verilmesi gerektiği konusu da önemli. İnsan beyninin en esnek olduğu, algılamanın, kodlamanın, dilin en etkin şekilde öğrenilebildiği yaşların çocukluk yaşları olduğunu bilimsel araştırmalar kanıtlıyor. Erken yaşta, hatta ilkokul çağlarında, anadilin yanında eş zamanlı öğrenilen dil, anadil kadar kusursuz ve aksansız olabiliyor. Bu kritik devre maalesef 12-13 yaşlarında, ergenlik ile sona eriyor. Bu dönemden sonra dil öğrenmek daha da zorlaşıyor. Tüm bu bilgilere rağmen eğitim sistemimizde yoğun bir dil eğitiminin değil ilkokulda, lisede bile verilmemesi önemli bir eksikliği gösteriyor. Yabancı bir dilin, müfredatın bir parçası olarak, matematik, coğrafya gibi haftada sadece belli saatlerde verilerek iyi öğrenilmesi, hele ileri yaşlarda, çok ama çok zor.
Eğitim dili İngilizce olan üniversitelerde ilk defa kayıt yaptıran öğrenciler İngilizce bilgisini kanıtlamadan bölüm derslerine başlayamıyorlar. Son yıllarda ortaya çıkan tabloda ilk defa kayıt yaptırmaya gelen öğrencinin ancak yüzde 15-20 kadarının İngilizce bilgisinin yeterli olduğu görülüyor. Geri kalan öğrenciler yoğun bir dil eğitiminin verildiği İngilizce hazırlık sınıfına devam etmek zorunda kalıyor. Ancak, dil öğrenimi bir ömür boyu sürecek bir yolculuk. Hazırlık sınıfında oluşturulan altyapı sonraki yıllarda pekiştiriliyor ve öğrencilerin mezun olana kadar bu yolculukta önemli bir yol alabilmeleri için çaba harcanıyor. Bu da, ders dilinin İngilizce olması ile mümkün oluyor. Yabancı dilin sürekli olarak kullanılmadığı durumlarda çok rahat unutulmasından dolayı ömür boyu tekrar gerektirdiği unutulmamalıdır. Bu anlamda internet üzerinden yabancı makale ve yazıları okumak, yabancı dizi ve filmleri altyazısız izlemek, yabancı arkadaşlar edinip bolca konuşmak ve eğer bütçeniz varsa yurtdışına gidip herkesin yabancı olduğu bir ülkede ilgili dili konuşma ve anlama zorunluluğunda kalmak yabancı dili unutmamak hatta ilerletmek için yararlı olacaktır.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!