Hemen her gün basın, televizyon ve internet yoluyla uluslararası, kültürler arası, hatta dinler arası diyalogun öneminden söz edilmektedir. Peki insanlar arası diyalog ne durumda? İletişim araçları arkadaşlar arasındaki ilişkilere ne kadar katkıda bulunuyor? Hızla gelişen bu yaşam kültürü bize ne kadar uygun?
Dünya nüfusu 7 milyar kişiyi bulmuştur. Yüz binlerce yıl içinde çeşitli mucizelere imza atan insan, en büyük mucizesini son yıllarda oluşturmuştur: 5 milyara yakın cep telefonu kullanıcısı. Sosyal ağlar, gerçek anlamda bir yüz-yüze görüşme etkisi yaratmasa da, iletişim konusunda hayatımızın bir parçası oldu. Uzmanlar, sosyal ağların insanları asosyalleştirdiğini belirtirken, buradaki saklanmış kimliklerin utanma duygusunu yok ettiğinden ve insanlarda kendini aşırı beğenme gibi birçok farklı psikolojik etkiye yol açtığından yakınıyor. Peki gerçekte sosyal ağlar yaşam kalitemizi ne kadar etkiliyor ?
Günlük yaşamda neredeyse her an deneyimlerini sosyal ağlarda paylaşan insanlar, aslında gerçek yaşamda birçok özel anı kaçırıyor. Birçok kişi ise sosyal ağlarda tecrübelerini paylaşma yarışındayken, Facebook’ta geçirdikleri milyar dakikalarla gerçek yaşamın güzelliklerini hiç göremiyorlar. İnsanların çoğunun sosyal ağlarda kendilerini abartıp, hatta birbirlerine yalan söylüyor olması da, araştırmacıların ortaya koyduğu bir diğer ilginç bulgu.
Sosyal ağlarla pek çok insan, araya bir araç sokarak iletişim kuruyor. Halbuki bizim kültürümüzde konuşurken insanın yüzüne bakmak, ilgilenmek güzel ahlakın özellikleridir. Birisiyle diyalog halindeyken, başka şeylerle ya da üçüncü kişiyle ilgilenmek, başkalarının olduğu yerde özel ve gizli konuşmak hoş karşılanmaz. Ancak, her yere rahatça taşınabilen cep telefonları ile uzaktan gelen aramalar daima öncelikli oluyor. Karşınızdaki insanı birden uzaktaki bir başkası esir alıyor.
İnsanları birbirine bağladığı söylemiyle reklamı yapılan cep telefonu, evdeki ve yanındaki insanı bırakıp uzakta olanla ilişkiyi sağlarken, nasıl ve kiminle ne tür bir yakınlaşma veya bağlanma sağlıyor? Aile iletişimi, uyumu ve ilişkisini doğrudan etkileyen TV, cep telefonu ve internet bağımlılığı için eleştiriler geliştiriliyor ve kontrol etmek adına sürekli yeni adımlar atılıyor. Özellikle çocuklar ve gençler üzerindeki olumsuz etkilerinden sıkça söz ediliyor. Örneğin üniversite öğrencilerinin reflekslerinde büyük bir değişim oldu. Dikkatleri inanılmaz derecede dağılmaya başladı. Artık görsel içeriğe sahip olmayan herhangi bir ekrana bakmakta zorlanıyorlar. Dinleyemiyorlar, okuyamıyorlar. Sürekli aynı anda birden fazla şey yapma ihtiyacı duyuyorlar. Dinlerken mesaj yazmak ya da Facebook'a bakmak gibi. Öyle görünüyor ki, bugünün teknolojiye doğan nesli ileride çok hızlı ama obsesif ve yüzeysel olacak. Yani derinleşememe sorunu yaşayacaklar. Çünkü kitap okumak, yani yazılı malzemeyle olan ilişki, kişiye derinlik kazandırıyor. Kendi başınıza kalabiliyor ve bir metinle hayal gücünüzü geliştiriyorsunuz. Ama şimdi böyle bir sabır yok. Artık her şey anlık. Kişinin ilgi süresi dakikalarla belki saniyelerle ölçülüyor.
Burada ne yapmak gerek? Herşeyden önce bunun bir değişim olduğu kabul etmeliyiz, aynı küreselleşmede olduğu gibi. Dolayısıyla ne çok yüceltmek, ne de yerin dibine batırmak, ancak iyi analiz etmek gerekir. Bu hıza endeksli kültürü kullanmak durumundayız. Yapmamız gereken kendi sınırlarımızı belirlemek. Örneğin, tüm bu cihazlar şu an çocuk olanların uzantısı gibi olacak. Çünkü onlar bu dijital ortama doğdular. Bize zor gelen şeyler onlara çok normal gelecek. Duyguları ifade etme şekilleri tamamen değişecek. Eskiden müthiş bir edebiyat kültürünün doğmasına neden olan duyguların ifade şekli olan şiirler, mektuplar, bu yeni neslin dünyasında yerlerini gülen yüz, ağlayan yüz, kızgın yüzlere bırakacak. Özetle, 20 yüzyılın öğretim yöntemleri ile 21. Yüzyılın öğrencilerini eğitmek mümkün görünmüyor. Öyleyse iyi bir analiz sonucu, yeni çağın yeni öğrencilerine özel eğitim programlarının zaman kaybetmeden geliştirilmesi gerekmektedir.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!