Bu yazıyı hekimlikte 18'inci yılında olan ama tıp fakültesine ilk başladığı günkü heyecanı (herşeye rağmen) taşıyan birisi olarak kaleme alıyorum. Hekimlik veya diğer bir ifadeyle tıp sanatı icrası... Evet yanlış okumadınız ''sanat'' dedim. Daha fakülte yıllarındayken bizlere bunun sadece bir meslek olmadığı, sanatkarlık ve bir yaşam biçimi olduğu empoze edildi. Eminim ki bu gün için bizlerin de meslektaşım demeye utandığı yanlışlara düşmüş olanların bile (ki bunlar her meslekte olduğundan daha fazla bir yüzdede değil) başlangıçta içinde böylesi idealist duygular vardı. Peki neydi yaşanan süreçte yoldan sapmalara neden olan şeyler?!
Öncelikle hekim olma sürecinin meşakkatli yollarından bahsetmekte fayda var. Yalnızca fakülte süreci bile hiç kayıpsız geçilecek olduğunu varsayarsak minimum 6 sene (1 sene de hazırlık okunacak olursa 7 sene)... Yani ilk okula başlandığı yıldan itibaren doktor sıfatını kazanıncaya kadar geçen eğitim süreci yaklaşık 17 sene! (artık lise 4 sene ve toplamda 18 sene hatta ama ben kendi dönemime göre hesaplıyorum ve tıp fakültesinin ve öncesinde gidilen diğer okulların da hazırlık sınıfı okunmadan bitirilen müfredatta olduğunu varsayıyorum) Hesaplarken de tamamen kayıpsız geçilecek yıllar olarak düşünüldüğünde çıkan rakamlar bunlar. Üzerine ihtisas yapıldığında ekleyin bir 5 yıl daha, sadece yüksek öğrenim başlangıcından itibaren 11 seneye tekabül ediyor. Genel toplamdaysa etti mi size 22 sene!! Daha sonrasında da eğitim bitmiyor. Çünkü çok değerli hocam Prof Dr İsmail Ulutaş'ın daha birinci sınıf tıp öğrencisiyken tıbbi deontoloji dersimizde söylediği (aslında kendisi artık emekliydi ancak üniversitemiz hem kendisine jest yapmak hem de yeni öğrencilere de böyle bir efsaneyi tanımaları adına bir fırsat yaratmak için bu dersimize bir saatliğine girmesi yönünde karar almıştı) ve kesinlikle doğru olan bir sözü var ki; ''tıp fakültesine girdiğiniz andan itibaren doktor, mezun olduğunuz andan itibaren de öğrencisiniz''... Şayet devamlı okumaya, literatür takip etmeye, yeni gelişmelerle ilgili eğitim programlarına katılmaya devam etmezseniz yerinizde saymaz, gerilersiniz. Buna girişilmesi düşünülen bir akademik kariyer çabasını dahil dahi etmiyorum bu arada...
Şu ana kadar sadece rakamsal olarak geçen yılların ne olduğundan bahsettim ki bu sayıları okuyup düşünürken bile yorulur insan. Oysa ki sadece sayıdan ibaret değil onlar. Geçen her bir an, eğitim sürecinin ve hekim ünvanıyla sorumluluk almaya başladıktan sonrasının her aşaması ayrı bir mücadele ve irade savaşlarıyla dolu. Aileden ayrı kalınan günler geceler ve hatta mecburi hizmet nedeniyle yıllar, uyunacak 10 dakikanın ve üzerine uzanılabilecek boş bir sedyenin mevcudiyetinin lüks sayıldığı nöbetler, ameliyathanede azraille köşe kapmaca oynarken elinin altındakinin bir can bir insan olduğunu bilmenin verdiği tarifi mümkün olmayan sorumluluk, kendi aileni kurmayı ya devamlı ertelemek ya da iki arada bir derede kendi aileni kurabildiysen de bir türlü birlikte vakit geçirememenin verdiği derin üzüntü, soğuk kış gecelerinde nöbetçi değil de evindeysen bile acil bir hasta için aranıp da sıcacık yatağından hiçbir üşengeçliğe mahal verme şansın olmadığını bilerek fırlayıp kalkmak ve bir an önce bir kişiye daha hayat verme çabasının stresi, nihayetinde de bir bakmışsın kendi hayatını kaçırdığın, telafisi mümkün olmayan, ardında bıraktığın yıllar...
Tüm bunlar yaşanırken ahlaklı, vicdanlı, başka hayatlara dokunmanın verdiği manevi hazzın hiçbir maddi bedeli olamayacağını düşünen hekimlerin beklentisi ise inanın bana diğer insanlardan hiç de farklı değil! Herkes gibi, yaptığı işe saygı duyulması, ailesinin temel ihtiyaçlarını giderebilmek, insanca yaşayabilmek... Yazımın başında bahsettiğim yanlış yollara tevessül eden azınlık grubun ardına sığındığı mazeretlerse temelde; yaşanan bunca zorluğun karşılığında hakettiği geliri elde edememek, fakülte bitince ayrı-ihtisas bitince ayrı-yan dal yapsa o bitince ayrı mecburi hizmete maruz bırakılmak, can güvenliğinin sağlanamadığı koşullarda çalışmak ve çok daha fazla sayısı arttırılabilecek olumsuzluklar şeklinde sıralanabilir. Bunların aslına bakarsanız hepsi doğru ve hekimlere yaşatılan haksızlıklar ama hiç bir gerekçe kendisinden şifa bekleyen bir insanı madden suistimal etmeye veya canını riske atmaya mazeret olamaz! Zaten hekimlerimizin çok çok büyük bir çoğunluğu da yaptığı işi bu sorumluluğu iliklerine kadar hissederek, vicdanıyla birlikte yapıyor. Bunu bizzat işin içinde biri olarak, yaşayarak ve bilerek söylüyorum. Her ne kadar yıllar boyu bazı medya büyüklerinin!! doktorlar aleyhinde yaptıkları haberlerle vatandaşlar bu mesleği yürütenlere karşı ön yargılı yaklaşır hale gelmiş olsalar da ben de elimden geldiğince gerek buradan gerekse kendi sosyal yaşantım esnasında girdiğim diyaloglarla insanların bu ön yargılarını kırmaya yönelik çabalarımı sürdüreceğim.
Buraya kadar, hekimlik yapan birisinin geçirdiği aşamaları önce yıl bazında eğitim süresi, sonra o sürecin içerisinde yaşadığı sıkıntıların minimal düzeyde açılımı ve ardından da tüm bu yıllar ve sıkıntılı içeriğe karşın vicdanının sesiyle hareket eden büyük çoğunluğun maruz kaldığı güvensizlik çerçevesinde anlattım. Okurken yoruldunuz değil mi?! Haa bu arada başlık ‘’2000 tl’’ ne mi!!! Doktor olarak geçirilen yıla göre üç aşağı beş yukarı uygun görülen ortalama emekli maaşı. Yani kendi ömrünü başka canlara adamanın ederi..! Çok da haksızlık etmeyelim canım, maaş böyle ama getirilecek olan son yasal düzenlemeyle bu maaşı beğenmeyene emekli olmadan ölme hakkı tanındı neticede. Yani isteyen hekim 72 yaşına kadar çalışabilecekmiş!! Teşekkürler...
FIKRA: Adamın biri ıssız bir yolda giderken arabası arızalanıp yolda kalmış. Kaputu açıp bakmış. Bir orayı bir burayı kurcalamış ama nafile, araçta tık yok! Artık iyice ümitsizliğe kapıldığı esnada ufukta kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka araba farketmiş. El kol hareketleri derken o arabayı durdurup içersinden inen, üzerinde işçi tulumu bulunan adama ''bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde seni Allah mı gönderdi bana!'' diyerek arabasının arıza yaptığını söylemiş. Gelen kişi kendisinin oto tamir ustası olduğunu söyleyince arabası arıza yapan kişinin sevinci ikiye katlanmış! Usta kaputu açık arabanın içersine şöyle bir bakıp alet çantasından uygun anahtarı çıkarıp onca civata-somun arasından bir tanesini gözüne kestirip sıkıştırmış ve adama marşa bas demiş. Araba anında çalışmış! Ustaya, ''borcum nedir Allah razı olsun senden'' diyen adam ustanın istediği 500 lirayı duyunca ise ''Allah cezanı versin senin. Burdaki mağduriyetimden istifade etmektir bu. Topu topu bir vida sıktın, insafsız'' diye veryansın etmeye başlamış. Usta bunun üzerine şu cevabı vermiş; ''o vidayı sıkmak sadece 1 lira, 499 lirası ise hangi anahtarla hangi vidayı sıkacağımı öğrenmek için geçirdiğim 30 senelik birikimin ücreti''...
Ee artık kıssa’dan kim ne hisse alırsa!! Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!