Yıl 1999...
Millet vekili ve mahalli seçimler,
bir arada yapılıyordu...
Yani, belediye başkanları, meclis üyeleri,
muhtarlar, millet vekilleri ile, ayni tarihte
seçileceklerdi...
Ben de, o seçimde, İzmir'in, Karşıyaka İlçesi,
belediye başkan adaylarından birisiydim.
Adaylığa, oy birliği ile seçilmiştim...
Güzelliğinin ve özelliğinin şöhretini,
sadece Türkiye'nin değil, batı ülkelerinin bile
kabul ettiği, bir ilçenin, belediye başkan adayıydım.
Gururluydum. Seçilemesem bile, yaklaşık, toplam nüfusu,
800 bine yaklaşan ve son derece, uygar,
bilinçli ve eğitimli, batı uygarlığını bile kıskandıracak,
birikime sahip bir kitlenin yaşadığı bölgede, aday seçilmiştim.
Hummalı bir seçim propagandası yaşıyorduk.
Tüm partiler, yoğun bir faaliyetle, kendi adaylarının seçilmesi için,
gayret sarf ediyorlardı. Ben de tabii ki...
Eşimi, meme kanserinden kaybedeli, henüz 5 yıl geçmişti.
Kendimi toparlamak isteği, beni, siyaset alanına götürmüştü.
Gayretlerim, çalışma azmim ve arkadaşlarımla uyum içerisinde,
fikirlerimle, kendimi kabul ettirmiş olmam, sempati kazanmama,
sevilmeme neden olmuştu...
Artık, her yerde tanınıyor, ilgi ve itibar görüyordum.
Tüm siyasi çevreler ve yöneticiler, beni tanıyorlar,
çeşitli toplantılara, panellere, açılışlara, konuşmacı olarak,
ya da onur konuğu olarak, çağrılıyordum.
Bu davetlerden birisi olan, İzmir İş adamları Derneği'nin,
adayları tanımak ve tanıtmak üzere düzenlediği,
tanışma toplantısına, konuşmacı sıfatıyla,
beni de, davet etmişlerdi...
İşte;
Bu davete, OKTAY VURAL beyefendi de,
konuşmacı olarak, katılmıştı.
O dönemin, halen görevleri devam eden,
belediye başkanları, millet vekilleri (Eski Büyük Elçi İnal Batu,
Dr. Canan Arıtman, vs. gibi) ve bazı bakanlar (Maliye Bakanı Sümer Oral,
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, Prof. Dr. Şükrü
Sina Gürel, Sabri Tekir, Işın Çelebi, vs. gibi), toplantıda, konuşmacıları dinlemek,
tanımak üzere, hazır bulunmuşlardı...
Ben, kürsüye çıkıp konuşmamı, dönemin iktidarını,
eleştirmek konusunda, yoğunlaştırmıştım. Konuşmam bittiğinde,
çok beğenilmiş ve alkış almıştım.
Benden sonra, konuşma sırası, OKTAY VURAL beyefendiye gelmişti.
Kürsüye çıktı ve tüm konukların huzurunda, daha konuşmasına başlamadan,
bana dönerek, "Atakan bey...Sizin konuşmanızda,
değindiğiniz ve eleştirdiğiniz, her kelimeye ve cümleye,
aynen katılıyorum...Ama, hiç merak etmeyin, biz seçildiğimiz taktirde,
bütün bu arzu ettiğiniz idare yöntemi, gerçekleşecektir..." demişti.
Daha sonra da, esas konuşma konusuna geçmişti...
Bu vesileyle, birbirimizle tanışmıştık. Daha sonra da, aramızda,
sıcak ve samimi bir dostluk başlamıştı. Sık görüşmesek de,
bu dostluğumuz, halen devam etmektedir...
Kader;
Bana, belediye başkanlığı seçimini kaybettirmiş,
OKTAY VURAL ise, İzmir birinci bölgeden,
millet vekili seçilmişti. İkinci bölgeden ise,
çok sevdiğim, samimi arkadaşım Yusuf Kırkpınar,
millet vekili seçilmişti. Hatta, bana, "neden, bizim partiden,
aday olmadın da, gittin, başka partiden adaylığını koydun?..."
diye de, sitem etmişlerdi. Şans ve kader,
eşimi kaybettikten sonra, seçimi de kaybetmemi istemişti, sanki!...
Ben, kaybettiğim için üzülürken, sevdiğim arkadaşlarım,
seçilmiş olmanın, sevincini yaşamışlardı...
Ancak, birbirimizi, hiç unutmadık ve dostluğumuz, hep devam etti...
Değerli dostum, vefalı ve saygı değer arkadaşımız,
MHP İzmir Millet vekili, SN. OKTAY VURAL' ın,
değerli eşi, Prof. Dr. Tuba Vural'ın, benim eşimin,
ayni hastalığından vefat etmiş olması da, kader'lerimizdeki,
benzerliğin bir yansıması oldu adeta...
Çok üzüldüğümü belirtmeliyim...
Fakat;
Hepimizin kabul etmek zorunda olduğumuz, bir hususu da,
daima, hatırlamalıyız, diye düşünüyorum...
Yaşamda, "şans ve şanssızlık!..." faktörleri,
el ele, kol kola, yürümektedirler...Sadece, gelecekleri ve gidecekleri,
zamanlama, farklıdır. Birbirlerine, haber de vermezler...
Sırası geldiğinde, sadece, uygularlar...
Uyguladıkları kişinin üzüntüsü ya da sevinci, onları hiç ilgilendirmez!...
Onlar (şans ve şanssızlık), sadece, hayatın kurallarını,
yerine getirirler...Sinsice,, hiç hissettirmeden, sessiz ve derinden,
görevlerini yaparlar...
Yaşamdaki sevincin de, üzüntünün de,
başka bir ifade ile, kazanmanın da, kaybetmenin de,
hayatın bir parçası olduğunu, aslında, her şeyin, ama, her şeyin,
geçici birer hayal olarak kalacağını, bizlere, öğretirler...
Böylece;
Çoğu kez, kendimizi kandırdığımızı söylerler...
Dünya ve yaşam nimetlerine kapılarak, gözlerimize inen,
hırs, bencillik, ihtiras, kötü his ve duygulardan oluşan,
aldatıcı kara perdeyi, kaldırıverirler...
Kader, dediğimiz kelimeyi, bir daha, bir daha, hatırlatarak!...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!