Sanıyorum yedi yaşındaydım Karşıyaka’nın ilk basketbol maçına gittiğimde... Abimin elini tutup İzmir Atatürk Kapalı Spor Salonuyla tanışıklığım böyle başlamıştı. Bir basketbol şehri olan Karşıyaka’da nesillerdir yaşayan bir ailenin ferdi olarak da kaçınılmaz doğal süreç işlemeye başlamıştı. Karşıyaka sevdası ile basketbol aşkı bir harman olup içimde hiç bir zaman sönmeyecek bir ateşe dönüşmüştü. Abi nezaretinde yaşanan salon maceralarım yaşım büyüdükçe bireysel bir hale dönüşerek aralıksız devam etti. Hayatımın belki de en güzel anıları o salonda yaşandı. Hiç unutmam bir gün Karşıyaka’nın sezon ortası ve çok da iddialı olmayan bir maçında yine Atatürk kapalı’dayım. O günün kadrosunda oyun kurucu olarak görev yapan Birtan Saka. Ben de henüz ergenliğe geçiş dönemlerinde olan ve her o yaştaki çocuğun yaptığı gibi geleceğe dair hayaller kuran dönemlerimdeyim. Sınıf takımında oynadığım mevki itibariyle de kendimi Birtan’la özdeşleştiriyorum ve ilerde Karşıyaka basketbol takımında o mevkide kendimi hayal ediyorum. Böyle bir ruh hali içersinde Karşıyaka’nın üç sayı geride olduğu bir anda ve salonun nadir sessiz olduğu bir esnada yerimden kalkarak ‘’Birtan üüüüç’’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Zaten salona herkesten önce gider, henüz açılmamış olan giriş kapısında en önde saf tutar ve devamlı bench’in bir arka sırasında (polislerin durduğu sıranın bir arkası) oturarak izlerdim maçları. Bu pozisyon bana hem saha içine sesimi yetiştirme imkanı veriyordu hem de molalarda kendimce koç’a taktiksel anlamda yönlendirici bir şeyler söyleyip de (sanki beni dinleyecekmiş gibi!) sesimi duyurma imkanı... Netice itibariyle Birtan da yükselen sesimi duymuş olacak ki o sırada taktik gereği veya içinden sayı olacağını hissettiği için belki de bilemiyorum, üç sayılık şutunu kullandı ve sayı yaptı. Akabinde de sesin geldiği yöne doğru dönerek eliyle duydum seni dercesine bir işaret yaptı! Tanrım bu benim için ne büyük bir mutluluktu! Öyle ki, o sayıyı ben atmış olsam ancak bu kadar olur...
Yine bir gün salondayım ve yerim yine aynı. O zamanlar da rahmetli Aydan Siyavuş’un ikinci Karşıyaka günleri (zaten bir sezon çalıştırmıştı diye hatırlıyorum o zamanlar). Koç mola aldı ve taktik tahtasına bir şeyler çizerek o her zamanki babacan ve heyecanlı tavrıyla takıma mola sonrası oyun kurgusunu anlatıyor... Ben de hemen bench’in arkasındaki yerimden öne doğru uzanmış vaziyette koç’a doğru kendimce olması gereken oyuncu değişiklikleri ve dönülmesi gereken savunma sistemine dair yüksek sesle bir şeyler anlatmaya çabalıyorum. O kadar heyecanlıyım ki karşı taraftan tepki gelmedikçe sesimi her seferinde biraz daha yükseltiyorum... Meğer Aydan Siyavuş beni duyuyor fakat (kısıtlı mola süresinde benimle mi muhatap olacak zaten!) gayet profesyonelce bunu belli etmiyormuş doğal olarak. Mola bitip de takım sahaya dönerken benim söylediğim oyuncu değişikliği planı zaten kafasında varmış ve o yönde değişiklik yaparak takımı sahaya yollamakla kalmayıp başını kaldırıp, elindeki kalemi taktik tahtasına vurup bana bir bakış attı! İnanın o ergen cesareti bende yerini tamamen bir korkuya bıraktı. Ya kötü bir söz söylerse, ya salondan attırırsa düşünceleri arasında git geller yaşarken göz göze geldik, yüzünde son derece tatlı bir tebessüm belirdi ve başını aşağı-yukarı sallayarak adeta bana ‘’tamam bak dediğin değişiklik oldu mutlu musun şimdi!’’ dercesine bir jestte bulundu. Tabii ki ben yine bulutların üstünde uçuyordum adeta... Bunlar gibi onlarcasını sayabilirim o salonda yaşanan güzelliklerin... Yanında oturan hayatında ilk defa gördüğün insanla önce birkaç kelam ederek başlayan süreç, dakikalar ilerleyip de maçın atmosferine kapılınca sanki kırk yıllık ahbapmışcasına bir hal alırdı. Hiç bir rahatsız edici duruma maruz kalmadan kızlı erkekli gruplar halinde ya da ailecek gidilip, neşeyle çıkılırdı salondan. Sadece bir basketbol maçı değil, insanların birbirlerini taciz etmeden sosyalleştiği bir ortamdı orası aynı zamanda...
Farkındaysanız tüm bu anlattıklarım oldukça eski zamanlarda yaşanmış tatlı mı tatlı, bir çocuğun basketbolu sadece bir spor olarak görmenin haricinde basketbol zerafeti, nezaketi, hoşgörü,espri gibi kavramlarla da tanışması anlamını taşıyan güzelliklerdi... Biz büyüdük ve kirlendi dünya! Gönül isterdi ki şimdi de Mustafa Kemal Atatürk Karşıyaka Spor Salonu’nda yaşadığım benzer sempatiklikteki anıları da anlatabileyim. Çook çok nadiren karşılaştığım, aynı düzeyde olmasa da benzer sayılabilecek bazı anektodlar aktarabilirim belki ama asla onlarcasını sıralayamam. Ama maalesef isterseniz size günümüz basketbol seyircisinin (bazılarının tabii ki!) onlarca rezilliğini sayabilirim bu yeni salonda yaşattıkları. Daha doğrusu asla ve asla basketbol seyircisi olabilecek niteliklere sahip olmadığı halde o salona gelip de kendini iyi taraftar zanneden bazı vandalların yaptıklarını demek gerekir. Bunların sayısı salonu dolduran binlerce basketbol sevdalısı içerisinde yüzdeye vurulacak olursa çok da büyük bir yüzdelik dilimi oluşturacak kadar değil belki ama mevcut oldukları kadarı ile bile sadece basketbola değil insanlığa zarar veriyorlar adeta...
Çok da eski değil daha 25 Mart 2015’de, eurocup çeyrek finali Gran Canaria maçında şahit olduklarım hakikaten benim gibi bir basketbol sevdalısını bile bir süre salonlardan uzaklaştırmış, bir soğukluk yaratmıştı. O maça eşim, baldızım, kayınpederim ve iki yeğenimle birlikte gitmiştim. Maçın sanırım son çeyreğiydi; birden bire bizim oturduğumuz tarafa doğru üst geçiş koridorunun demirlerinden yarı beline kadar sarkarak esmer tenli, göbekli, top sakallı, yaşı muhtemelen 45-50 aralığında olan bir zat (görüntüsü bir fotoğraf gibi hala hafızamda) hiç bir ortamda hiç bir gerekçeyle ağıza alınmayacak en galiz küfürleri savurmaya başladı. Biz ailecek ne olduğunu anlamaya çalışırken her konuda daima gereken yerde en cesur hamleyi ilk yapan olan Türk kadınının cesur bir temsilcisi daha fazla dayanamayarak o zat’a tepki gösterdi. Ama durmuyordu ve ısrarla anne, soy sop dinlemeden hançeresini yırtarcasına önümüzdeki sıraya doğru bağırıyordu. O sırada önümüzde henüz yaşı 16-17 ya var ya yok olan bir çocuk farkettik! Konu o çocuğun ön sıradaki polisten yardım talebi esnasında yaptığı konuşmayı duyunca anlaşıldı. (her ne kadar polis arkadaşımız ben bir şey yapamam diyerek konuyla igilenmediyse de...) Meğer bu, küfrün kitabını yazacak seviyede ya da seviyesizlikteki zat, çocuğun maç oynanırken devamlı olarak tezahürat yapmayıp cep telefonuyla mesaj yazıyor oluşuna içerlemiş de ondanmış zincirlerinden boşanırcasına saldırgan tavrı (belki de evine geciktiği için ailesine merak etmemeleri adına birşeyler yazıyordu! Ya da bir başka şey de olsa nedeni, ne fark eder ki aslında..!) Keşke konu bununla sınırlı kalsaydı... Bahsi geçen ve içinin çirkinliği ayna gibi yüzüne yansımış olan bu şahıs, aslında yanından bile geçemediği delikanlılığını ancak yanına kattığı kendi türdeşi olan 6-7 kişiyle birlikte göstermek istemiş olacak ki, maç çıkışı dışarda bilet kulübesinin yanında o temiz yüzlü çocuğu Allah ne verdiyse vurarak darp etti bir de..!
Naif ve güzel basketbol salonu anılarından bence bir facia olarak nitelendirilebilecek anıya geçiş yapmam nedeniyle okurken keyfiniz kaçmış olabilir! Ancak sadece okurken bile insanın keyfi kaçarken, bir de yanınızda aileniz varken canlı canlı şahit olunan o anı zihninizde canlandıracak olursanız bunun ailemde ve özellikle de çocuk yaştaki yeğenlerimde yarattığı travmanın ne denli büyük olduğunu anlayabilirsiniz değerli okurlar. 30 yıldan fazla zamandır salonlardayım ve bu boyutta bir tabloya şahit olmamıştım. Ufacık çocuğun kazık kadar adamlarca ve 6-7 kişi tarafından dövülmesi..!! Pes!! Bunları gerçek basketbol seyircisine, basketbolseverlere yaşatan tiplerin basketbol kültürünü, salon kültürünü nereden nereye getirdiğini görmek gerçekten çok üzücü! Tabii ki hepimiz Karşıyaka sahadayken var gücümüzle destekleyip, aynı heyecanla desteklemeyenleri de teşvik etmeye çabalayacağız. Ama bunun yolu zorbalık asla olmamalıdır!!! Belki hasta yatağından kalkıp gelen veya yanında getirdiği küçük çocuğuna sahip çıkmaya çabalayan ya da sadece o gün için çok yorgun olan birileri de içindeki Karşıyaka sevgisiyle o salonda oturup, hiç bir zorbaca baskıya maruz kalmadan, keyifle maç izleyebilmeli...
Karşıyaka için her zaman söylenen ‘’en iyi basketbol taraftarı’’ sözünün bu tip çirkinliklerle gölgelenmesine karşı hep birlikte mücadele etmeli, bu ünvanı bozacak edepsizce davranışlarda bulunanları aramızda barındırmamalıyız. Burada görev bizlere düştüğü kadar kulübe ve emniyet birimlerine de düşüyor. Bu vandalları tespit edelim ve ömür boyu salonlara sokmayalım lütfen! El birliğiyle daha güzel günlere...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!