Bir zamanlar İzmir’in gururu olan, nice değerli gazeteciye okul vazifesi yapmış olan bir gazete vardı. Son ve uzun yıllardır bu vasfını kaybetmesinin yanısıra objektif yayıncılık ilkesinden de uzaklaştığını geçmişine duyduğumuz saygı nedeniyle üzüntüyle izlediğimiz bu gazetenin bir yazarı tarafından ‘’kuralın batsın doktor hanım’’ başlıklı bir yazı kaleme alındı geçtiğimiz günlerde. Yazı ile ilgili yaklaşımlara, yorumlara ve eleştirilere bakılınca iki yönlü değerlendirmek lazım. Biri katılmadığın bir fikre karşı gerekçeli muhalefet yapma özgürlüğünün olması gereği, diğeri ise tamamen karşısında olduğun bir görüş dahi olsa kesinlikle hakarete varan bir üslupla yaklaşılmaması gereği. O yazıyı biraz gecikmeli de olsa (yazının yer aldığı gazeteyi tarafsızlığını kaybettiği günlerden bu yana uzun zamandır okumayı bıraktığımdan) gelen tepkiler üzerine ben de okumuş bulunuyorum ve kendi adıma eleştiri hakkımı usulüne uygun olarak kullanmak niyetiyle yazıma başlıyorum...
Henüz çok da uzun olmayan bir süre önce babam vefat etti. Babamın son 35,5 günü (bunu latife olsun diye yazmıyorum, hakikaten bir tesadüf neticesi süre öyleydi!) önemli ve iddialı bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde geçti. Bir önceki yazımda da ifade ettiğim gibi, bu süreçte babama uygulanan tedavi ile ilgili bu mesleğin bir mensubu olarak doğru zamanda cesur kararlar alınamaması şeklinde özetleyebileceğim bazı yanlışlara imza atıldığına dair ölünceye kadar kafamda soru işareti olarak kalacak şüphelerim var. Benim de meslek hayatımda bir genel cerrah olarak takip etmek durumunda kaldığım yoğun bakım hastalarım olmasına ve konunun içinde yer almış biri olmama karşın babamın hastane sürecinde tedaviyle ilgili şüphelerim de olmasına rağmen aklıma gelen bazı tedavi hamleleri konusunda kendisini takip eden doktoruna hiçbir müdahalede bulunmadım. Ancak zaman zaman bazı telkinlerim olabildi hepsi o kadar. Çünkü, yoğun bakım doktorluğu diye ayrıca bir kavram vardır ve ben konunun tamamen dışında yer almayan bir branşa mensup olmama rağmen konuya benden çok daha fazla vakıf olması gereken profesyonellerin tıbbi yaklaşımına babamı emanet ettim. Bu konunun bir tarafı. Şimdi de bir başka açıdan bir başka konuya girecek olursam..;
Gazetecilik mesleği... Tarih boyunca tüm dünyada kitleler üzerinde çok ciddi tesiri olan, çok ciddi sorumluluk gerektiren ve doğru kişilerce doğru şekilde yapılması gereği tartışılamayacak bir meslek! Güzel bir tesadüf neticesi yaklaşık 2 yıla varan bir süredir burada yazı yazma şansını bulmuş olan ve gazetecilikle ilgili hiç bir geçmişi veya iddiası olmayan ‘’ben’’ dahi burada bir konuda bir fikir beyan ederken bir kere değil bin kere düşünerek, yazdıklarımı göndermeden önce defalarca tekrar tekrar okuyarak kendi çapımda bir sorumluluk hissediyorum... Gazetecilik konusunda ahkam kesmeden, haddimi bilerek... Fikirlerim konusunda ise her mecliste arkasında durabileceğim bir iddiam vardır o ayrı! Herneyse...
Hal böyleyken, yani kendim doktorken branşım dışında bir doktorun asıl uzmanlık alanına bile müdahale etmemeye imtina ederken ve hele ki tamamen mesleğim dışında bir konuysa o konuda ahkam kesmemeye azami dikkat gösterirken, saygınlığı benim nazarımda tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir gazetenin (umarım zaman içersinde eski tarafsız ve saygın günlerine dönecektir), adını daha önce hiç duymadığım bir yazarının yaptığına ne demeli, nasıl yaklaşmalı?!
Bakınız o yazısında köşe yazarı hanım alenen bir doktorun yasaları çiğnememiş olmasına kızıyor. Konu belli. 82 yaşındaki, evde duran eşinin ilacını yazdırmaya doktora giden amcanın üzücü bir şekilde vefatı ile sonuçlanan habere dair bir yazı. O kadar, konunun ayrıntısını merak edip araştırmadan yazılmış, o kadar popülist kaygılar taşıyan bir yazı ki; yazıda ısrarla doktor hanımın o yaşlı amcaya bir çözüm yolu aramayı denemeden beyaz kod denilen güvenlik kodunu hemen verdiğinden bahsediliyor ve empati yapmadığından dem vuruluyorken işin aslının ne olduğundan hiç bahsedilmiyor. İşin aslı; ‘’doktor hanım o güvenlik kodunu tam 2 saat 15 dakika boyunca verdiği mücadeleden sonra veriyor, yaşlı amcanın poliklinikte önce baston sallayıp hücum etmesi, sonrasında ise poliklinikte yere oturup muayene odasından çıkmaması nedeniyle sıra bekleyen diğer hastalarca tepki gösterilmesi sonrası veriyor, o amcanın eşinin aile hekiminin kendisi olmadığını anlatması sonrası veriyor, hasta görülmeden ilaç yazmanın hem yasal anlamda suç olduğunu hem de yazılmasını istediği ilacın bazı tetkiklerle hastanın durum değerlendirmesi yapılmadan yazılması halinde ölümcül sonuçlar doğurabileceğini anlatmaya çalışması sonrasında veriyor’’...
Vefat eden Yusuf Amca’ya Allah rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin. Ancak Yusuf Amca’nın vefatına neden olan şey yazılmayan reçete mi yoksa kendisine güvenlik güçlerinin uyguladığı kontrolsüz güç mü konusunda da doğru ve tarafsız yorum yapmak gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar Yusuf Amca’nın kamera görüntülerinden izlenebildiği kadarıyla agresif tavırlarını sadece doktora değil, silahını almaya çalıştığı polis memurlarına karşı da takındığını görüyor olsak bile o yaştaki birisine karşı daha kontrollü davranılabilirdi düşüncesindeyim. Bu düşünceme rağmen bile bir köşe yazarı arkadaşın hiç bir suçu olmayan doktor arkadaşı direkt hedef gösterdiği gibi ben de kalkıp polis memurlarını direkt hedef gösterecek değilim. Yusuf Amca’nın ne yaptığı, olayların nasıl o raddeye geldiği ve o istenmeyen sonuca varan gelişmelerin nasıl bir seyir izlediği yapılan soruşturmayla zaten ortaya konulacak ve polis memurlarının sert tutumunun yol açtığı bir durum olduğu kanaati oluşursa da gereği yapılacaktır...
Değerli okurlarım doktorla hastayı karşı karşıya getirmek, sağlık sistemindeki uygulamalara dair mevcut yanlışlıkların asıl sorumlularından hedef saptırmanın en kolay ve en sık uygulanan yoludur. Bu hem doktorlar için hem de sağlık hizmeti almak isteyen insanlar için hiçbir şekilde mutluluk getirmeyecektir. Biz hekimlere öğretilen ilk ilkedir; ‘’primum non nocere=önce zarar verme’’ ilkesi... Öyle kimsenin tanımadığı bir takım gazetecilikten ve hatta daha önemlisi vicdanlı insan olmaktan nasibini almamış, hasbel kader kendine bir köşe edinmiş olup da kısa yoldan adını duyurmanın yolunun ‘’gerçek dışı da olsa’’ toplumda infial yaratacak konulardan geçtiğini düşünen zat’larca yıpratılmasına izin veremeyeciğimiz ilkelerimiz vardır biz hekimlerin. Onların bu tutumuna karşın bizler yine de aynı anlayışla hizmet vermeye devam ederiz. Bundan kimsenin de kaygısı olmasın. Ancak ne olur? ; içimiz acıyarak, mutsuz olarak mesleğini sürdüren insanlara dönüşür, bu ruh halinin (her meslekte olacağı gibi) yansıması olarak da istem dışı gelişebilecek hatalara daha açık hale gelmiş oluruz. Emin olun ki bunun en büyük zararı da yine kendisini doktorlara teslim eden vatandaşlara olacaktır. İnsanın yedek parçası yok, hata yapıldığında çoğu zaman geri dönüşü de yok ne yazık ki! O halde bence doktor-hasta ilişkisine bahis konusu yazıyı yazmak suretiyle darbe indirmeye çalışanlara, araya nifak tohumları ekmeye gayret edenlere karşı birlik olup onlara prim tanımayalım. Bu herkesin yararına olacaktır..!
Farkettiyseniz bu, toplumu kutuplaştırmaya hizmet eden, yalan yanlış yazıyı kaleme alan kişinin adını dahi yazmadım. Çünkü yazsaydım onun istediği amaca hizmet etmiş olacaktım. Adını bu yazıyı okuyanlar da duymuş olacak ve kendince biraz daha ünlenmiş olacaktı. Kendisi en son yine bir şeyler yazmış ve demiş ki ‘’şimdi yani ben gerçekten hastanelik olsam bu yazdıklarımdan sonra beni ortada mı bırakacaklar, beni tedavi etmeyecekler mi?’’. Kendisine gelen bazısı dozunu aşan bazısı haklı eleştirilerden sonra... Ve şimdi ben de kendisine diyorum ki; ‘’yazar hanım siz bu kadarcık tepkiden sonra korkularınızın esiri olmuşken bizler hemen her gün ayrı bir yerde darp ediliyor veya en basitinden hakarete maruz kalıyor olmamıza karşın mesleğimizi korkmadan, olanca sorumluluğu hissederek ve sizin gibilere karşı bile aynı ciddiyetle yapmayı sürdürürüz. Hiç merak etmeyin. Çünkü bize fakültede önce zarar vermemeyi öğreterek başlayan süreci sizin dediğiniz gibi fakülte bahçesinde doktorculuk oynayarak geçirmedik bizler. Bilgimizi zihnimize, becerimizi ellerimize, vicdanımızı kalbimize yerleştirdikten sonra bir de mezun olurken ırk dil din ayrımı yapmaksızın diyerek, insana sadece insan olduğu için diyerek ve bunları derken de sizler gibi iftira atanları da bunların içersine dahil ederek yeminimizi de ettik herkese en iyi şekilde bakacağımıza dair! O nedenle korkma sen e mi..! Ama bunu okursan da utan, utan...’’
Sağlıcakla kalın..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!